YERYÜZÜNDEN NOTLAR
Çocukken küçük olduğumuz için mi dünya o kadar büyük görünüyordu gözümüze, yoksa dünya o zamanlar gerçekten çok mu büyüktü?
Biz büyüdükçe dünya da küçük gelmeye başladı gözümüze. Hatta o koca dünya dar geldi bize.
Biz küçüktük ama hayallerimiz büyüktü. Ne zaman aklı başında kabul edilen yaşa geldik, çoğu uçup gitti aklımızdan. Derken hepsi birden yok oldu.
Gelecek korkusu, yaşam kaygısı aldı yerini. O ne der bu ne der endişesi, yok canım olur mu şey düşüncesi…
Bir sonbahar akşamı, aklımda bir dolu düşünceyle attım kendimi dışarıya. Sanki hızlı adımlarla yürürsem yakalardım eski halimi. Hatırlardım unuttuğum cesaretimi.
Ekim hemen önüm sıra yürüyor, soğuk nefesini üflüyordu yüzüme ara ara. Kollarımı kendime dolayıp uzaklaşmaya çalıştım yanından.
Fakat bir yandan da hoşuma gidiyordu üşümek. Yaşadığımı hissettiriyordu bana. Hasta olmaktan da korkmuyordum. Nasıl olsa hayallerim beni korurdu bulduğumda onları.
Bir başka güzeldir geceleri dolaşmak. Dünya sessize aldığında kendini, içimizdeki sese odaklanmak.
Herkes taş duvar sığınaklarına çekilmişken onları izlemek uzaktan, hayal kurmak…
Acaba kimler yaşıyor orada? Ne yapıyorlar şimdi? İyiler mi, mutlular mı? Hayallerinin ne kadarını gerçekleştirebildiler?
Yeni hayalleri var mı? Umutlular mı gelecekten? En çok bunu merak ederim.
Çünkü umut her şeydir. Umut olmazsa yaşamın manası olmaz.
Doğa bile umutludur bir sonraki mevsimden. Tabi öyle boş boş oturmaz. Kusursuz yapar hazırlığını.
Her şeyden önemlisi koruyup kollar birbirini. Mesela hava ayaza çektiğinde hemen kollarının arasına alır bulutlar üşüyen gökyüzünü.
Sarıp sarmalar. Beyaz yağmurlar da tam vaktinde yağar. Yeşil giysisi iyice yıpranmış olan yeryüzünün üstünü kaplar kar tanelerine dönüşüp. Utanmasın der çıplaklığından.
Doğa böyle anaç, böyle fedakâr davranırken insanlar unutuyor insanlığını maalesef. Birbirinin arkasından kuyusunu kazıyor, biri kanatlanıp yükseğe çıkmaya yeltense hemen kırmaya çalışıyorlar kanatlarını.
Daha da kötüsü doğa kendi mucizesini yaratırken insanlar inanmıyorlar masallara. Küçükken bizi ninnilerle, masallarla büyütüp, sonra hepsini alıyorlar elimizden çünkü.
Ne yazık büyüdükçe korkuyu öğretiyorlar bize. Ne zaman bir şey yapmaya yeltensek hep o işin olumsuz yanlarını önümüze koyuyorlar. İşte tam o noktada küçültüyorlar dünyamızı. Büyüdünüz artık diyorlar. Yıkıyorlar sarayımızı. Öldürüyorlar içindeki tüm prensesleri ve prensleri.
Boş sokaklarda soğuğa karşı yürürken düşüncelerim kuş misali daldan dala kondu ve hiçbiri kondukları dalda çok uzun kalmadı. Kuşlara özenip ben de çırptım kanatlarımı.
Neyse ki bu benim hayatım demeyi öğrenmiştim düşe kalka. İçimdeki çocuğu uyandırdım derhal. Ayağımda pişpişledim büyüttüm yeniden dünyayı. Eski haline getirdim. Tatlı bir esneyişle açtı kollarını iki yana. Başını kutuplara dayayıp ayakbastı ekvatora.
Amazon ormanlarında su içti. Tropikal meyvelerden tattı doyasıya. Yavaşlattı dönmesini. Sakin atıyordu artık adımlarını. Ben de onun gibi yaptım. Uzandım. Tuttum ellerini.
Tüm evlerin ışıkları aynı anda yandı. Kuşlar aynı anda havalandılar kondukları dallardan. Neler olduğunu anlamaya çalışırken gökyüzü büyük bir parlamayla aydınlandı.
Artık ne ben dünyadan büyüktüm, ne de dünya benden küçüktü. Aramıza zamanı da alarak aynı hizaya geldik üçümüz.
Bu olağanüstü bir histi. Herkes büyüktü ama kimse kimseden küçük değildi. Güneş her yeri aynı şekilde aydınlatıyordu. Herkes adil bir şekilde alıyordu nefesini.
Vakit bir hayli geç olmuştu.
Eve dönme vakti gelmişti. Kapıdan adımımı attığım an bir şeyi daha fark ettim. Dünya ne kadar büyük olursa olsun her zaman bizi bekleyen, ancak içinde biz olursak yüzü gülen evlerimiz dünyadan daha büyüktü.
İnsan kendini bulmak için dünyayı dolaşır, sonunda gelir evinde bulurmuş derler. Ne kadar da doğruymuş!
Melek Başkan
Ayakkabilarinin yönünu kendi evimize yada gözluklerimizin camini sildigimizde yakin cevremizin aradigimiz yer oldugunu farkederiz
Aynen öyle canım arkadaşım ❤❤❤