Türkiye'de iş kazalarında her gün 4 kişi ölmektedir. Teker teker işçiler ölmektedir. Ama ne zaman ki iş kazası sonucu böylesi toplu bir ölüm ortaya çıkmıştır, o zaman toplum konuya ilgi göstermiştir.
Soma halkına başsağlığı ve sabır diliyoruz. Hala kurtarma çalışmaları sürüyor; canını dişine takarak çaba gösteren kurtarma görevlilerine güç, kuvvet diliyoruz.
Ama Soma Faciası'na bakarken iki konuyu gözardı etmemeliyiz :
Buna benzer kazaların bir daha olmaması için ne yapmamız gerek? Yani ders çıkarmalıyız. Gördüğümüz şudur: Daha önce kamu işletmesi olarak çalışan madende iş güvenliği özelleştirildikten sonra kötüye gitmiştir. Üstelik taşeron uygulaması ile "kar için insan hiçe sayılmıştır". O zaman bu kazaların tekrarlanmaması için, ivedilikle özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamasına son verilmelidir.
Türkiye'de iş kazalarında her gün 4 kişi ölmektedir. Teker teker işçiler ölmektedir. Ama ne zaman ki iş kazası sonucu böylesi toplu bir ölüm ortaya çıkmıştır, o zaman toplum konuya ilgi göstermiştir. O zaman toplumun bu duyarsızlığını da önemli bir kaza nedeni olarak göstermemiz gerekir. "Bana bir şey olmaz" diyerek, gördüğü yanlışlara itiraz etmeyen maden işçilerini de eleştirmeliyiz. Onların iş güvencelerinin yetersiz olması, bir işe ihtiyaçlarının olması, borçlarının çok olması, gördükleri "yaşamsal tehlikeler" karşısında susmalarını haklı göstermez. Bu toplumda nice insan "doğru bildiklerini söyledikleri için bedel ödemiştir". O zaman işçiler de seslerini yükseltecekler. Olumlu bir adım olan İş Sağlığı Güvenliği Yasası işçilere, "yaşamlarını tehdit eden bir tehlike gördüklerinde işi bırakma hakkı" tanımıştır. Hangi maden işçisi, tehlikeyi gördüğünde, işi bırakma hakkını kullandı?
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun 2011'de yayınladığı raporda, bu işletmelerde "risk değerlendirmesi" yapılmadığı yazılmış. Yani ne işveren, ne madenciler daha o madende ne tehlike var onu bilmiyorlar. Bunu bilmeden işveren nasıl önlem alacak, işçileri tehlikelere karşı nasıl eğitecek? Herşeyin baştan aşağı yanlış olduğunun ve işverenin baş sorumlu olduğunun en önemli kanıtı işte bu saptama.
Bu noktada Avrupa ülkelerindeki iş sağlığı güvenliği yaklaşımı ile Türkiye'deki yaklaşım arasındaki farka değinmek gerekiyor. Neden girmek istediğimiz AB ülkelerinde bu kadar iş kazası ve iş kazası sonucu ölüm olmuyor? Bunu Türkiye'nin örnek aldığı AB Çerçeve Direktifi'ne (89/391) bakarak anlayabiliriz. Bu direktifin ağırlık merkezinde işçi katılımı yatmaktadır. Demek ki, Avrupa ülkeleri, iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde işçi katılımını, işçilerin kendi sorunlarına sahiplenmesini öne çıkarıyor. Buna karşın, bu direktife özenerek çıkarılan İş Sağlığı Güvenliği Yasası'nın ağırlık merkezinde iş güvenliği uzmanları ile işyeri hekimleri var. İşçi katılımına değiniliyor ama öne çıkarılmıyor. İşçilerin örgütlü olarak denetim sürecine katılmaları önemsenmiyor. O zaman ivedilikle atılması gereken adım işçilerin ve sendikaların, iş sağlığı güvenliği alanında öncü konuma getirilmesi.
Yoksa daha çok ağlarız, daha çok bahane üretiriz.
Prof.Dr.A.Gürhan Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı
Genel Yönetmeni