Milletimizin geçirmekte olduğu sıkıntıların ana nedeni ve kaynağı eğitimde gençlerimize tarih ve milli şuuru yeterince veremediğimizdendir.
MİLLİ EĞİTİM ESKİ BAKANI PROF. DR. MEHMET SAĞLAM'IN MÜCADELECİ HAYATI
Yrd.Doç.Dr.Süleyman Doğan*
Eğitim, yetişkin nesiller tarafından, sosyal hayata henüz hazır olmayanlara tatbik edilen bir tesirdir. Eğitimin gayesi; insanı sosyal hayata hazırlayarak, sosyal hayatın sürekliliğini sağlamaktır. Her insan, yasal kaideler içerisinde eğitilme hakkına sahiptir.
10 Aralık 1948'de Paris'te kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 26. Maddesi gereğince; insanların eğitim hakkının devletçe sağlanan vazgeçilmez bir kaide olduğu beyan edilerek, bu madde ülkelerin anayasalarına geçmiştir. Türkiye'de eğitim hakkı, son olarak 1982 Anayasası'nın 42. Maddesinde yer alır.
Ülkemizde Anayasadan başka 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunun 7. Maddesin de eğitim hakkına vurgu yapılır. Devlet, vatandaşlara eğitim hakkının verilmesinden sorumludur. Çağımızda modern pedagoglar eğitime bir "etkileme" işi olarak değil, "etkileşim" olarak bakmaktadırlar. Zira öğrenciler sadece "pasif" birer alacı değil, "aktif" birer katılımcı olmalıdır. Bir öğretmen için öğrenciyi sürekli "dinleyici" konuma sokmak, hem çok zor, hem de öğrenme isteğini "öldürücü" özelliğe sahiptir. Eğitim, bağımsız bir ilim olmaktan ziyade pedagoji ve psikolojiden oluşan bir sentez ilmidir.
Günümüzde modern eğitim, kişinin bütün yönleriyle devamlı gelişmesini amaçlar. Eğitimde, düşünce tarihinde, ekonomik ve teknolojik gelişmelerdeki başarılı çalışmalar devleti güçlü milleti ise mutlu etmiştir. Eğitim ve kültür yapısına, bilimsel bilgilerle destekleyen, manevi değer yargılarla sentez yapan milletler kimlik bunalımına girmeden, varlıklarını nesilden nesle devam ettirmişlerdir.
Milletimizin geçirmekte olduğu sıkıntıların ana nedeni ve kaynağı eğitimde gençlerimize tarih ve milli şuuru yeterince veremediğimizdendir. Kendine inanmayan, tarihi görevini idrak edemeyen, ecdadını tanımayan nesiller yetişti. Dün Batı irfanına açılan pencere diyerek takdim edilen Galatasaray Lisesi ve Robert Koleji gibi okulların bizi Batı seviyesine çıkarmadığım, bu anlayışın bünyemize uygun olmadığını gördük. Eğitim politikalarımız; Türkiye'nin ihtiyaçları göz önüne alınarak, çağın gereklerine uygun şekilde milli endişeler öne alınarak, bilimsel yaklaşımla, uzmanlar heyeti vermelidir.
Mehmet Sağlam, 1938 yılında Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesinde doğdu. Annesi Habibe, babası, İbrahim'dir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, ABD Colombia ve New York Üniversitesi'de Master ve Doktora yaptı. İngilizce, Fransızca bilen Sağlam, uzun yıllar üniversitelerde yönetim ve organizasyon derslerini okuttu.
Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeliği, Kara Harp Okulu öğretim üyeliği, Odalar ve Borsalar Birliği Genel Sekreterliği (1980-1984) yaptı. Gazi Üniversitesi Dekanı, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü,Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu ve YÖK Başkanlığı yaptı.
20.'nci Dönem Kahramanmaraş Milletvekili, TBMM Milli Eğitim Komisyonu Eski Başkanı ve Milli Eğitim Eski Bakanı oldu. Evli ve 2 çocuk babasıdır, (www.biyografi.net) Sağlam, halen İstanbul'da özel Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesidir. Eski bakan Mehmet Sağlam, ilk ve ortaokulu bitirdiği Göksun'un o yıllarda 3 bin nüfuslu küçük bir ilçe olduğunu, gaz lambası ışığında okuduklarını, elektrik ve asfaltı ortaokuldan sonra gördüğünü belirtiyor.
Birebir görüşmemizde eski YÖK ve Milli Eğitim Bakanı Prof.Dr.Mehmet Sağlam aile ve çocukluk hayatıyla ilgili şu bilgileri verdi:
"Müftü oğlu olan babam, babasını altı aylıkken kaybetmiş. Babam sabah ve akşam namazlarını evimizin karşısındaki camide kılardı. Sabah ve akşam camiden gelince bizleri ayakta isterdi. Sabah namazından sonra kahvaltımızı akşam namazından sonra yemeğimizi verdik. Yani hayat sabah namazıyla başlar, akşam namazıyla sona ererdi. Biz 6 oğlan, 3 kız olmak üzere 9 kardeşiz. Merhum babam, sabah ve akşam namazları sonunda on dakika sesli bizlere Kur'an-ı Kerim okurdu. Ölünceye kadar bu geleneği devam ettirdi. Babamın inancı ve itikadı sağlamdı.
Babamın 9 yılı savaşta geçmiş. İstiklal ve Çanakkale'de savaşmış. Askerlikte alışkanlık haline gelen o ağır palaskayı hayatı boyunca çıkarmadı. Eskiyince yenisini alırdık. Bize savaşla ilgili anılarını anlatırdı. Yunan ordusu Uşak'dan çekilirken evleri ateşe vermiş ve çocuk ve kadınları yaktığını ve kestiğini anlatmıştı. Annemin babası uzun yıllar istiklal savaşında mücadele etmiş. Çanakkale'de şehit olmuş. Annemin babasının ismini bana vermişler."
1. Üniversite ve doktora tahsili Mehmet Sağlam, liseyi Ankara ve Maraş liselerinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Üniversite sonrası hakimlik ve kaymakamlık stajı yaptı. Trabzon'un Of ilçesine kaymakam vekili olarak atandı. Ancak kaymakamlık uzun sürmedi. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan sınavı kazanarak, master ve doktora yapmak için ABD'ye gitti. Konuyla ilgili yaşadıklarını Sayın Sağlam'dan dinleyelim: "ABD Colombia Üniversitesi, New York Üniversitesi Master ve yöntem bilimlerinde doktora yaptım. Orada 7 yıl kaldım. Dili öğrendikten sonra master ve doktorada zorluk çekmedim. Hatta o yıllar bizim üniversitelerimizde tahsil yapmak Amerika'dan daha zordu.
Doktora sonrasında üniversite ile bir yıllık öğretim üyeliği sözleşmesi imzaladım. Bu durumdan uzun yıllar aynı üniversitede hocalık yapmış İzmirli bir Türk profesörün haberi olmuş. Bana haber göndermiş, gelsin görüşelim diye. Evine gittim. Bana dedi ki, 'Bende senin gibi cazip teklifle burada kaldım. Kanadalı bir hanımla evlendim. Çocuğumuz olmadı. Bir evim bir de arabam var. Sakın burada kalmayın. Ülkemize gidin ve hizmet edin..." Daha sonra dolabından bir rakı çıkardı. Hem içti hem de ağladı. Düşündüm 25 sene sonra benim olacağımda buydu ve orada istikbalimi gördüm. Bu olay bana çok dokundu. Doktorayı bitirdiğim üniversiteden kalmaktan vazgeçtim.
Türkiye'ye hemen dönüp hizmet etme aşka daha da kuvvet kazandı. Üniversite ile bir yıllığına yaptığım sözleşmeden vazgeçtim. Üniversite rektörü bu duruma çok üzüldü ve nedeni sordu. Bende; '25 yıl sonra bir profesör olarak genç bir akademisyenin yanında ağlayan biri olmak istemiyorum' dedim ve yaşadığım olayı anlattım."
Amerika eğitim sistemi ile Türk eğitim sistemini karşılaştıran eski bakan Mehmet Sağlam görüşmemizde şu noktaların altını çizdi: "Amerika eğitim sisteminde hedef; öğrenciyi nasıl olurda geçiririz amaçlanıyor. Başarı mukayesesi yok. Hüviyetinizi gösterirseniz notunuzu öğrenirsiniz. Her insanın kendine göre bir kabiliyeti vardır. Biz öğrencinin hangi kabiliyetini ortaya çıkararak topluma yarar sağlar anlayışı var, Amerika'da. Bu konuda rekabet yok. Türkiye'de olduğu gibi ilk ve ortaöğretimde birinci, ikinci gibi öğrencileri yarış atı gibi kullanma anlayışı yok, orada. Dereceyle bitirenler sonradan söylenir.
Hiçbir öğrenci diğerinin notunu bilmez. Öğrenciler hocalarıyla alabildiğine ders esnasında rahatça tartışılırlar." 2. Rektörlükten YÖK başkanlığına Profesör Mehmet Sağlam, ABD'den dönüşte 1972 yılında Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. 1977 yılında profesör olur.
Öğrencileri aktif derse katılmaya ve tartışma kültürünü yaygınlaştırma gayreti içine girer ve bunda da başarılı olur ve kamuoyunun ilgisini çeker. 1980-84 yılları arasında üniversiteden izinli olarak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Genel Sekreteri olarak çalışır. Amerika'dan yeni bilgi ve metotlarla dönen Sağlam, teorik bilgilerini uygulamaya koyma imkanı bulur. Kara Harp Okulunda 5 yıl yönetim ve organizasyon üzerine ders okutur. Akademik basamakları hızla adımlayan Sağlam, Gazi Üniversitesinde dekanlık ve ardından 1985 yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörlüğüne atanır. Mehmet Sağlam burada da işe hızla başlar. O dönemi eski Rektör Prof.Dr.Mehmet Sağlam ile yaptığım mülakata kulak verelim:
"1985 yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü olarak atandım.
Samsun'a gittiğimde üniversitenin birçok fakültesinin inşaatı vardı. Sabah sekizde inşaatın basındaydım. İşçiler benim geldiğim görür ve işlerini daha bir ciddiyete alırlardı. Samsun'da Rektör olarak 7 yıl hizmet verdim. Muhaliflerim bile beni taktir etti. Hem kampus inşaatını bitirdim hem de öğretim üyesi kadrosunu attırdım. Başarılı oldum ki 56 üniversite içinde YÖK başkanı olarak seçildim. Benden önce başkan olan İhsan Doğramacı beni neden cumhurbaşkanına tavsiye ettiğini şu cümleyle izah etmişti; '7 yıllık rektörlüğün zarfından bana bir telefon ederek bir istekte bulunmadın. Kendi işini kendin hallettin. Seni çok başarılı bulduğumdan dolayı tavsiye ettim...' dedi.
Rektör atanmasının en önemli sebeplerinden biride merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın etkisinin büyük olduğunu belirten eski Bakan Sağlam, "Özal, beni Odalar ve Borsalar Birliği'nden tanır ve severdi. Rektör olmadan önce beni arayarak; 'Seni başarılı buluyoruz, bugüne kadar benden hiçbir şey istemedin. Seni Rektör olarak atayacağım hayırlı olsun' dedi."
3. YÖK başkanlığı ve siyasete atılan adım
YÖK bugüne kadar 4 başkan gördü.
1982 yılından 1991 yılına kadar 9 yıl İhsan Doğramacı, 1991'den 1995 yılına kadar Mehmet Sağlan ve 1995'ten, 6 Aralık 2003'e kadar Kemal Gürüz. 6 Aralık 2003'ten beri de Erdoğan Teziç görev yapıyor. 1992 yılında YÖK başkanlığına atanan Prof.Dr.Sağlam Sağlam, kurulun yetkileriyle yaptığı ilk görüşmede şu talimatı verecektir: "Rektörlere olumlu verdiğiniz cevap için bana gelmeyin. Olumsuz verdiğiniz her cevabı ben göreceğim" der.
Burada ki maksat rektörlerin işlerini halletmek ve üniversite eğitim ve öğretimin sağlıklı bir şekilde devam ettirmektir. Hatta bu karara kızan ve bozulanlar olur. Ancak başkan Sağlam aldırış etmez. Başkan Sağlam'ın dönemi üniversitelerin adeta mantar gibi yeni üniversitelerin açıldığı yıllardır. Ancak profesör Sağlam bizim mantar gibi bitti tabirini kabul etmiyor, 'Bir ülkede eğitim ve öğretime aşarı şekilde talep varsa devlet bunu karşılamakla yükümlüdür' diyor.
Eski YÖK başkanı Prof.Dr.Mehmet Sağlam'dan o günleri şöyle anlattı:
"Üniversite kurmak siyasi iradenin işidir. Üniversite için temel alt yapıyı hazır hale getirip de açayım derseniz hiçbir şey yapamazsınız. Üniversitelere talep olduğu halde bu arzı karşılamak yerine kurulan üniversitelerin yanlışlığından bahsedemezsiniz. Halkının yüzde 30'u üniversite eğitiminden geçmemiş ülkeler gelişmiş ülkeler değildir. Türkiye'de yüzde 11-12'si üniversite eğitimden geçiyor. Üniversitelerin en önemli meselesi öğretim üyesi meselesidir. Üniversite kapasitesini artırmak zorundayız.
Bugün Türkiye'de açık öğretim fakültelerini de sayarsanız toplam nüfusun yüzde 26'sı üniversite eğitiminden geçiyor. Siyasi idare üniversitelerin açılmasını temin eder. Alt yapı kolay halledilir. Önemli olan üniversiteler için öğretim üyesi kadrosunun oluşmasıdır. 1992 yılında 24 yeni üniversite kuruldu. Üniversite kapasitesi bir anda yüzde yüz arttı. 3 ay boyunca dönemin başbakanı Sayın Demirel'in peşinde dolaşarak yurtdışına her yıl bin öğrenci gönderme projesini onaylattım.
Bu 100 milyon dolarlık bir projeydi. 1993 yılında 1200 öğrenciyi master ve doktora için başta batı ülkeleri olmak üzere yurtdışına gönderdim. Yine 1994-95 yılında da yurtdışına öğrenci gönderdim. Yeni kurulan 24 üniversiteden sınav yoluyla 3500 öğrenciyi yurtdışına gönderdim. Bu proje 5-7 yıl sürecek bir plandı. Ben de sonra gelen Kemal Gürüz bu projeyi iptal etti. Gönderdiklerimin bir kısmını da ideolojik sebepler ileri sürerek geri çağırdı. Benim dönemimde başörtüsü sorunu yoktu. Biz bunu halletmiştik. İmam-Hatip liselerinin orta kısmını kaldıracağız diye yaklaşık 2 milyon sanat ve teknik okulu öğrencilerine zarar verildi. Buralara giden öğrenci sayısında ciddi azalma oldu.
Gürüz gelince bizim projelerin hepsi sekteye uğradı. Gürüz YÖK'ü 20 yıl geriye götürdü.
Gerilim ve kavga politikası takip ettim. Hiçbir hükümetle analaşamadı. Sürekli problem çıkardı. Kemal Gürüz'ün tutumunun YÖK'ü daha çok tartışılır hale getirdi. YÖK siyaset yapar hale geldi. Hükümeti hedef alan açıklamalar kurumu yıprattı. YÖK, artık üniversiteleri taşıyamıyor. Üniversitelere ellerinden alınan yetkilerini geri vermek lazım. Hatta Sayın Demirel'in Gürüz'ü ikinci defa YÖK Başkanı olarak atamasını 5+5 formülü gereği ikinci defa cumhurbaşkanı olmasına engel oldu."
4.Anarşi ortamından eğitim ve öğretime
1991-95 yılları arasında Yükseköğretim Kurulu başkanlığını yapan Sağlam, YÖK'ten önce üniversitelerin bir anarşi batağının içinde olduğunu belirterek, 1982'den itibaren 'en azından' üniversitede öğretimin sürekliliğinin sağlandığını vurguladı. YÖK'ün 'o zamanın şartları içinde üniversitelerdeki düzensizliği, derslere ara vermeyi, eğitimdeki aksaklıkları bir düzene soktuğunu, ama ister istemez otoriter ve merkezi çalışmalarıyla eleştiri aldığını anlatan Sağlam, "Bu eleştirileri dikkate almak suretiyle kuruluşundan, 1995'te yeni YÖK Başkanı'nm atanmasına kadar muhtelif zamanlarda YÖK Kanunu'nda değişiklikler yapıldı.
Kanun ve yönetmelik değişikliklerinde yetkilerin üniversitelere verilmesi, merkezi otoriteden yerel yönetime geçilmesi amaçlandı. 1995'ten sonra yeni YÖK Başkanı bu eğilimi yönetmelikleri değiştirerek, tekrar merkezi otoriteye doğru kaydırdı. İhsan Doğramacı ve benim dönemindeki müspet gelişmelerin, Gürüz'ün baskıcı ve otoriter tutumundan dolayı gölgede kaldı" dedi. Mehmet Sağlam, YÖK Başkanlığı döneminde öğretim üyesinin serbest konuşması için çalıştığını ancak kendisinden sonra yönetime gelenlerin yeniden merkeziyetçi bir zihniyet içine girdikleri kaydediyor; "Bir öğretim üyesi yaptığı araştırmalarla elde ettiği bilgileri ve bu bilgiler ışığındaki düşüncelerini hiçbir korku altında kalmaksızın, disiplin soruşturması ihtimalini hissetmeden yayımlayabilmelidir.
Bütün dünyada bunun sınırı ülkenin milli birlik ve bütünlüğünün korunmasıdır. Bunun dışında hiç kimseden korkmadan bunu yapabilmeli. Bu bilimsel çalışma anlamında yüzde 70'e yakın sağlanmıştır. Fikrî karşı çıkış var. Makaleler, yazılar var. Bir çok üniversite hocası bir çok konuda fikir öne sürmüştür, memleketin aksayan yönlerini eleştirmiştir." (Osman İridağ, Aksiyon Dergisi 25 Nisan 2004). 5.Prof.Dr.Sağlam'ın YÖK'e yaptığı katkılar Prof.Dr.İhsan Doğramacı'dan sonra YÖK başkanlık koltuğuna oturan Sağlam, kuruma daha demokratik bir yapıya oturduğunu ve en önemli projesinin üniversitelerin öğretim üyesi açığını karşılamak için yurt dışına öğrenci gönderdiğini belirti. YÖK başkanı Sağlam döneminde kurumda yapılan hizmet ve yenilikler: 1-Yeni açılan üniversitelerin öğretim üyesini karşılamak için sınav ile her üniversiteden master ve doktora tahsili için batı ülkelerine araştırma görevlisi gönderildi. Bu araştırma görevlileri gitmeden üniversitelerde kadroları verildi. Döndüklerinde aynı üniversitelerde görev yapacaklardı. 5-7 için hazırlanan bu projeye 10 bin üniversite akademik personeli özellikle gelişmiş batı ülkelerinde yetişecekti. YÖK başkanlığından ayrılmasıyla 10 bin rakamının sadece üçte biri 3500 öğrenci gelişmiş ülkelere master ve doktora için göndermeyi başardı. Bunların büyük bölümü master ve doktora tahsilinden sonra üniversitelerine döndüler.
2-Yeni açılan üniversite kampus inşaatlarınin hızla tamamlanması için önemli miktarda kaynak aktardı. Dünya Bankasından kredi kullandı. Cumhurbaşkanı ve hükümetle uyumlu çalışarak üniversitelere hizmetin hızla gitmesini sağladı. Özellikle yeni açılan üniversitelerin laboratuar başta olmak üzere araç ve gereç eksikliği ve teknolojik alt yapının oluşturulması için hükümetten üniversitelere kaynak aktarmayı başardı.
3-YÖK'te 6 dalda bilim komiteleri oluşturdu.
Sağık, fen ve sosyal gibi konularda oluşturulan komitelerden başka, 'Sosyal Strateji Etütleri' adı altında bir üst komite oluşturarak bunun başına dünyaca tanışmış bilim adımı Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu'nu getirdi. Bu komiteler üniversitelerin bilimsel alanda dünya ile entegrasyonunun sağlanması için de büyük rol oynayacaktı. Ancak sonradan gelen YÖK Başkanı Kemal Gürüz bu komiteleri dağıttı.
4-Yabancı dil ile eğitim yapan üniversitelere son vermeyi planladı.
Bilimsel alt yapısını oluşturdu. Bu konuda Boğaziçi ve OTDÜ rektörlerinden gerekli desteği aldı. Ancak bu konu kamuoyunda ve Cumhurbaşkanı Demirel tarafından olumlu görülmeyince proje gerçekleşmedi. Sağlam, Özal Cumhurbaşkanı olsaydı bu projeyi hayata geçirebileceklerini belirtti.
5-Üniversitelere inisiyatifi vererek ademi merkeziyetçi bir yapının oluşmasına katkıda bulundu. YÖK kurulu ve çalışan yöneticilere; üniversiteler tarafından gelen tekliflere evet dendiğinde kendisinin görmesinin gerekmediğini, hayır dediklerinde mutlaka kendisinin durumdan ivedi olarak haberdar edilmesi gerektiği talimatı verdi. Bu durumdan rahatsız olan bazı yöneticiler istifa etti. Kurumda uyumlu çalışacak bazı yerlere yeni kadroyu atadı. 6.Milli eğitim eski bakanı Mehmet Sağlam Demirel tarafından 1973 ve 1991 yılında siyasete girme teklifini geri çeviren Sağlam, özellikle memleketi olan Kahramanmaraş'a daha çok hizmet etmek gayesiyle siyasete adım atar.
YÖK Başkanı Prof.Dr.Mehmet Sağlam, dönemin DYP lideri Tansu Çiller'in ısrarlı teklifleri üzerine, siyasete girer. İKasım 1995 yılı itibariyle siyasete atılan Sağlam, 1996-97 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak 54 hükümette görev yaptı. Kabinede önce Milli Savunma Bakanı olarak adının geçtiğini dönemin koalisyon ortağı Refah Partisi'nin kendisini Milli Eğitim Bakanı olarak istediğinden akşam yedi haberlerinde Milli Eğitim Bakanı olarak açıklandığını tatlı bir anı olarak hatırlar. Bakan Sağlam Milli Eğitim Bakanlığında işe hızla koyulur. Ne de olsa kendi işi ve alanıdır.
Gerisini Mehmet Bey'den dinleyelim: "Bakan koltuğuna oturur oturmaz kafamda var olan projeleri uygulamak'için kolları sıvadım. İlkönce düşündüğüm proje; aşamalı olarak ÖSS sınavını kaldırarak öğrencinin lisede gösterdiği Performansa göre üniversiteye yerleştirmekti. Lise birden ikiye geçerken gerekli dallara ayırmak ve kabiliyetine göre okulundaki öğretmenlerin verdiği puana göre öğrenciyi üniversiteye yerleştirmeyi planladım. Bunun uygulamasını bile yaptırttım.
Böylece hem öğrenci yarış atı gibi koşmaktan, hem de veliler dersanelere para ödemekten kurtulacaktı. Liseleri iki kategoride ele alacaktık. Genel liseler ve teknik ve meslek okulları. Ülkemizde ortaöğretim de öğrencilere kaldıramayacakları kadar yük yükleniyor." 28 Şubat sürecinin yaşandığı bir dönemde Milli Eğitim Bakanlığını görevini yürüten eski bakan Sağlam o günleri şöyle anlatıyor; "28 Şubat süreci bir bahtsız dönemdi. Özellikle milli eğitimde her yaptığınız şüpheyle karşılanıyordu. Buna rağmen koalisyonla uyumlu şekilde büyük hizmetler yaptık. Bir kere ana okullarını yaygınlaştırdık. Benim geldiğimde ana okulu oranı yüzde 6 iken, biz bunu yüzde 9'a yükselttik. Dünyada eğitimde en fazla genç nüfusa yatırım yapılır. En genç nüfus ise ana okuludur. Çünkü çocuğun kabiliyetinin şekillenmesi bu yaşta olur. Yatay ve dikey geçişlerin tamamen önünü açtık. Yatay ve dikey geçişlerin önünü kapatmak eğitim felsefesine aykırıdır.