Gazeteci Yazar Abdurrahman Dilipak, verdiği bir konferansta, öğretmenlerin ve imamların toplumun iki baş belası olduğunu söylemiş.
Bu beyanın büyük bir iddia ve itham olduğu aşikar. Sayın Dilipak, konferanslarında böyle sıra dışı flaş cümleler kurar ve dinleyenleri konu üzerinde düşündürmek ister. Böylesine ciddi bir iddiayı dile getirmeden önce söz konusu kanaatin sosyolojik ve psikolojik yönü, eğitim ve din hizmetleri alanında bu güne kadar yürütülen hizmetlerin artıları ve eksileri, uzmanlar tarafından incelenmesi gerekirdi.
Tuik'in ve bazı üniversitelerin akademik ölçülere göre bu konularda zaman zaman alan araştırması yaptıklarını biliyoruz. Bir defa şunu belirtmek gerekir ki, bir meslek grubunu genel gözlemle oluşacak bir kanaatle toptan eleştirmek hatta suçlamak ilmi de değildir, ahlaki de değildir. Her meslek grubu içinde işini iyi yapan kimseler olabileceği gibi işini baştan savma yapan, aldığı maaşı hak etmeyen kimseler de olabilir.
Öğretmenlik yapabilecek formasyona sahip biri olarak bir süre geçici öğretmenlik yapmış olsam da eğitim hizmetleri ile ilgili genel değerlendirmeyi, bu alanda uzun yıllar emeği olan eğitimcilere bırakmak isterim. Ben sadece Türkiye'de örgün eğitimin ilkokul, orta okul, lise, üniversite, yüksek lisans ve doktora süreçlerinden geçmiş ve dört çocuğunu da aynı süreçlere teşvik etmiş biri olarak kendi adıma konuşabilirim. Kendisinden çok istifade ettiğim, kişiliğimin oluşmasında ve bu günlere gelmemde emeği olan, kendilerini saygı ile andığım öğretmenlerim oldu.
Gelişmemize, kişiliğimize zarar veren ve ders saatlerimi israf eden öğretmenlerimiz de oldu maalesef. Emsallerimizle giriştiğimiz yarışta bir adım öne geçmek için hafta sonları ve yaz tatillerinde de okuyup ders çalışmak gerektiğini düşündüğümden, kişisel başarımda öğretmenlerim kadar ders dışında özverili çalışmamın da önemli bir payı vardır.
Çocuklarını ister istemez dershaneye göndermek zorunda kalan bir veli olarak Türkiye'de yürürlükte olan eğitim sisteminden istediğim verimi aldığımı söyleyemem. Bununla birlikte öğretmenlerin baş belası olduğu iddiasını onaylamanın haddi aşmak olduğunu düşünürüm.
Sayın Dilipak, kendi çocukları için büyük bir özveri göstererek, onlarca öğretmenin vereceğini tek başına vermiş olabilir ve onun çocuk eğitimindeki başarısı istisnalar içinde yer alır. Tam tersi bir örneğe de bir arkadaşla biz şahit olduk. Dilipak gibi çok eser telif eden, Onun gibi Türkiye'de uygulanan örgün eğitim sistemine karşı olan Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir ilim adamının (karı koca ikisi de ilahiyat mezunu) yetişkin çocuğu ile yarım saatlik bir sohbetimiz olmuştu. Çocuklarını hiç okula göndermemişler ve kendileri yetiştirmeye çalışmışlar. Hocanın oğlu, söz ve davranış itibarı ile oldukça asosyal görünüyordu. Arkadaşım, hoca arkadaşımızın oğlu ile ilgili olarak "Bir tuhaflık gördün mü?" diye sordu. "Örgün eğitimin dışında kalmış olmanın verdiği eksiklikler var galiba." dedim.
Türkiye'de örgün eğitim, belki keşfedemediği bazı dahileri eğitim adına törpülemiş ve zayi etmiş olabilir. Bu mümkündür ancak öbür tarafta topluma zarar verme potansiyeli taşıyan kişileri de ıslah etmiştir, bu da bir hakikat. Gelelim din hizmetleri alanına: Din hizmetleri alanında da mükemmel bir hizmet yürüttüğümüzü söyleyemeyiz. Eksiklerimizin temel sebeplerini derinlemesine araştırabiliriz. Din hizmetinde görev alanların yetişme ve mesleğe hazırlık aşaması olan imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinde uygulanan müfredattan tutun da, personel seçimi, din hizmetlerinin planlanması, uygulanması, sevk ve idaresi, personelin özlük hakları, çalışma şartları vb her türlü tasarrufun ne kadar isabetli olduğu tartışılabilir. Mükemmel olmadığımızı kabul etmemiz, çok başarısız olduğumuzun, hatta baş belası olduğumuzun itirafı anlamına gelmez.
Eğer Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın çatısı altından yürütülen din hizmetleri olmasaydı, her mahalle ve köyde cami ve imam hatip olmasaydı, Kur'an kursları bu kadar yaygın olmasaydı sonuç ne olurdu? Buna bakmak lazım. İşin içinde yer alan bir yetkili olarak baştan söyleyeyim: Eğer Türkiye'de Diyanet öncülüğünde yürütülen din hizmetleri olmasaydı sosyolojik yapımız Diyanet gibi bir kurumu olmayan Arap ülkelerininkine çok yakın olurdu. Son tahlilde belki de Suriye ve Irak gibi olurduk.
Bildiğimiz kadarı ile Osmanlı döneminde, din hizmetlerini yürüten meşihat makamı, ülkenin her mahalle ve köy camiine imam ataması yapacak ve her yerleşim birimine din hizmeti götürecek genişlikte teşkilatlanmamıştı. Diğer İslam ülkelerinde de Diyanet benzeri bir teşkilatın varlığından haberdar değiliz. Türkiye'de de bu genişlikte bir din hizmeti yapılanması 1970'li yıllardan sonra oluşmaya başladı. Daha iyisi olamaz mıydı? Elbette olurdu. Ben şahsen bundan sonraki yıllarda, din eğitiminin ve din hizmetlerinin şimdikinden daha iyi olacağına inanıyorum.
Eğitim hizmetleri, din hizmetleri ve toplum yararına misyon üstlenmiş diğer kamu kurum ve görevlilerinin gelişimi, toplumun sosyal, ekonomik, kültürel, hukuki, askeri vd gelişimlerine paralel olarak devam eder. Toplumun ve devletin her bakımdan genel durumu ne ise eğitim ve din hizmetlerindeki durumu da odur. Kanaatimizce öğretmenler ve imamlar toplumun kanaat önderleri ve mimarlarıdır. Hatası ile sevabı ile toplumun mevcut hali onların eseridir.Bu haber Dinihaberler.com dan alıntı yapılmıştır...
http://dinihaberler.com/ogretmenler-ve-imamlar-bas-belasi-mi-makale,4099.html