Milli Mücadele Yıllarında Türk Kadınının Rolü

TARİH Haber Girişi : 29 Mart 2016 00:59
Milli Mücadele Yıllarında Türk Kadınının Rolü
Türk kadınları günlerini cephede savaşan Mehmetçiğine çorap örerek hırka dokuyarak geçirmektedir. Askerlik şubelerine müracaat ederek bizi de askere alın diyerek yalvaran kadın sayısında önemli bir artış görülmektedir.

Milli Mücadele Yıllarında Türk Kadınının Rolü

Her savaşın gücü niteliği coğrafyası ve kimliği bellidir. Hâlbuki Anadolu'da o güne kadar iç içe yaşayan din dil ırk ayırımı yapmadan birbirleriyle kaynaştığı görülen etnik grupların bir anda silahını doğrultup Türk vatandaşını hazırlıksız yakaladığı ve adına savaş bile denilemeyecek bir vahşetle karşılaşıp şok yaşaması savaştan öte bir durumdur.

Bağına bahçesine tarlasına gidemeyen Türk vatandaşı erkekleri çeşitli cephelerde savaş verir bir kuru ekmeği zor bulurken şimdi öz yurdunda kıtlığa mahkûm olmuş durumdadır. Mal derdini çoktan unutmuş can derdine düşmüştür. Hayvanlarını dahi otlatmaya götüremez durumdadır. Kıyıda köşede bulduğu mısır somaklarını öğütüp ekmek niyetine yemeye çalışmaktadır. Dört bir yana korku ve sessizlik hâkimdir. Evlerinde ışık dahi yakamamakta, analar bebelerin verecek süt bulamamaktadır.

Bildikleri tek şey sonucu ne olursa olsun ölünceye kadar mücadele vermektir. Yalvararak, ağlaşarak ölmek değil, vuruşarak-çarpışarak ölmektir. Zaten o yıllarda çetelerden uzak köylerde yaşayan Türk kadınları günlerini cephede savaşan Mehmetçiğine çorap örerek hırka dokuyarak geçirmektedir. Askerlik şubelerine müracaat ederek bizi de askere alın diyerek yalvaran kadın sayısında önemli bir artış görülmektedir. Vatan hizmetine alınmaları için müracaat eden kadınların çoğunun kucağında bebeleri bulunmakta ve bunu öne süren görevlilere verdikleri cevap dünyayı titretecek niteliktedir. "Kucağımızdaki bebelerimizi sırtımıza alırız. Böylece ellerimiz boş kalır. Silahta tutarız, cephane de taşırız. Yeter ki bize görev verin" Çaresiz görev verilen kadınlar cephe yollarına düşerler. Kimi hayvanının kimi kağnısının sırtında cephane taşır, kimi aş pişirir kimi de giydiği erkek elbisesi ile düşmana karşı mevzi alır vuruşur.

Böylece Erzurum'dan Kara Fatma (Fatma Seher Erden), Kastamonu'da Şerife Bacı, Aydın'da Ayşe Hanım, Osmaniye'nin Kaziyeler köyünden Tayyar Rahmiye, Adana Pozantı'dan Hatice (Kılavuz) Hatun, Kocaeli'den Kara Fatma Şimşek, Tarsus'tan Kara Fatma, Gaziantep Yirik Fatma, Kavak önü Köyünden Nazife Kadın, Hafız Selman İzbeli, Halime Çavuş, Gördesli Makbule, Asker Saime Hanım, Halide Edip Adıvar, Dağköy'den Fatma Çavuş?ve daha niceleri çıkmıştır. 

Kurtuluş Savaşının cephelerinde görev alan ve tespit edebildiğimiz kadınlarımızın bazıları şunlardır:

Nene Hatun

Erzurum'un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü'nde dünyaya gelen Nene Hatun, henüz 20 yaşında bir gelinken 1877-1878 yılları arasında yapılan Türk-Rus Savaşı'nda (93 Harbi) Aziziye Tabyası'nı sopayla, taşla, kazma, kürekle savunanlara katılarak cesurca savaştı. Daha sonra oğlunu Çanakkale Savaşı'nda şehit verdi. 1954 yılında 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Nurettin Baransel Paşa'nın gayretleriyle kendisine "3. Ordunun Nenesi" ünvanı verilip, cüzi de bir maaş bağlandı ve 1955 yılında anneler gününde "Yılın Annesi" seçildi. Erzurum manevraları sırasında Amerikan Generali Ridgway bu yüce insanın elini öptü. Nene Hatun bir kahramanlık ve analık sembolü olarak 98 yaşına kadar yaşadı.

Kara Fatma (Fatma Seher Erden)

1888 yılında Erzurum'da doğdu. Subay Derviş Bey ile evlenmiş onunla birlikte Balkan Savaşına katılmıştır. I, Dünya Savaşında ailesinde 9-10 kadınla birlikte Kafkas Cephesine gitmiş, Mondros Ateşkesinden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilince etrafına topladığı kadınlarla birlikte Ermenilere karşı çarpışmıştır. Erzurum'da Mustafa Kemal ile yaptığı görüşme sonucunda görev istemiş, kurduğu çetesiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtulması için çalışmıştır Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu müfrezesinde 35 kişi bulunuyordu. Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharabesine katıldı. Afyon civarında Yunanlılara esir düşmüş ve yine kendi çabalarıyla kurtulmuş, ardından üsteğmen rütbesine yükseltilmiştir. Üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlamıştır. 1954 yılında T.B.M.M. tarafından yeniden maaş bağlanmıştır. Erzurum'da 1955 yılında vefat etmiştir.

Faika Hakkı

Erzurum'da toplanan "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"nin (Temmuz- Ağustos, 1919) de etkisiyle kadınlar da protesto hareketine giriştiler. 1919'un Kasım ayında Erzurum Kız Lisesi Müdiresi Faika Hakkı, Muradiye Camii'nde toplanan kadınlara hitaben yaptığı konuşmada, onları etkin protestolarda bulunmaya çağırmıştı. Onun teklifi ile İstanbul'u işgal etmiş olan İtilaf Kuvvetleri temsilcilerine ve ABD Senatörlerine tepki telgrafları çekilmişti.

Domaniçli Habibe

Kurtuluş Savaşı sırasında cahil evladının düşmana yol gösterdiğini duyunca İnegöl'e inmiş, bir kurşunla oğlunu yere serip ardına bakmadan geldiği dağlara geri dönmüştür.

Sultan Hanım

Adana bölgesinde çarpışan partizan müfrezesi geçici olarak Toros Dağlarından geri çekilirken, Sultan Hanım da inekleriyle beraber onlara katılmış, çete dağda kaldıkça ineklerinin sütüyle onları beslemişti. Müfrezedekiler onu sevgiyle "anne" diye çağırmıştı.

Satı Çırpan

Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Hanım, Kurtuluş Savaşında cepheye sırtında mermi taşımıştı. 1934 yılında Atatürk'ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesiyle meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştu. Kuvvetleri temsilcilerine ve ABD Senatörlerine tepki telgrafları çekilmişti.

Ayşe Hanım

Yunanlıların İzmir'i işgali ile Milli Mücadele'ye katılmış, Aydın civarındaki mücadeleye ve I.-II. İnönü savaşlarına katılmıştır. Sakarya Savaşı'nda yaralanmış ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönmüştür. Başarılarından dolayı binbaşılığa yükseltilmiştir. Mücadele'nin kazanılmasından sonra Ankara'ya gelmiş ancak burada bavulunu çaldırdığı için evrakları kaybolmuştur. Okuması olmadığından, sonraları Merkez bankası'nda hademe olarak çalışmıştır.

Tarsuslu Kara Fatma (Adile Onbaşı)

Asıl adı Adile olan, Adile hala, Adile Onbaşı diye bilinen kahraman silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anılırdı. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı'na katılmış, Tarsus'un kurtarılmasında da büyük yararlılıklar göstermiştir.

Kılavuz Hatice

Adana'da Fransızlar'a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920'de milli kuvvetler Pozantı'da taarruza başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk etmişti. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar'a yanlış yol göstererek Karboğazı' na sokmuştu. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşmüştü.

Tayyar Rahmiye

Osmaniye'nin Kaziyeler köyünden olan Rahmiye Fransızlara karşı 9, Tümenin yaptığı mücadeleye müfrezesiyle katılmıştır, Temmuz 1920'de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" demiş, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için İleriye atıldığında şehit düşmüştür.

Hatice (Kılavuz) Hatun

Adana Pozantı'da Fransız kuvvetlerine Tekir Yaylasından Mersin'e ulaşacak en kısa yolu yanlış göstererek Türk askerinin eline düşmelerini sağlamıştır.

Senem Ayşe

Maraş'ın 22 Şubat 1919'da İngilizler tarafından işgali, onların aynı sene sonbaharında yerlerini Fransızlara bırakmaları üzerine, Ekim ayının son on günü içinde Fransızların, Ermenilerle birlikte Maraş'ı işgali Anadolu'da tam bir milli birlik ve dayanışma örneğinin yaratılmasına sebep olmuş, bu emsalsiz mücadelede kadın-erkek, genç ihtiyar güç ve kader birliği yapmış, her tehlikeye göğüs germişlerdir. Maraş müdafaasına katılan ve Fransızların Sehri terk ederek Antep istikametine çekilmesini sağlayan kahraman kadınlarımızdan bir kaçı pek meşhurdur. Bunlardan birisi Maraş'ın Kayabaşı (veya: Kabaili) Mahallesinde oturan Bitlis Defterdarı'nın haremi (eşi) olarak bilinen adsız bir Türk anasıdır. Şehirde İslâmların masum kanlarının boşuna akıtılmasına ve bir çok yuvaların, ocakların yıkılıp sönmesine tahammül edemeyerek evinde açtığı mazgaldan İslam mahallelerine saldıran din düşmanlarına ateş açarak sekiz düşman askerini öldüren, aynı günün akşamı da erkek elbisesi giyerek silaha sarılan ve mücahitler adına Mustafa kemal Pasa (Atatürk) tarafından Sivas kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne gönderilen bir telgrafta olay anlatılmaktadır Maraş'ın eşsiz direnişi ve zaferi tarihine araştırmaları ile büyük katkılarda bulunan Sayın Yalçın Özalp da Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin ilk zaferi (s. 180) adlı eserinde aynı olaya ait Maraş Vilayeti Raporunu yayınlamıştır.

Kara Fatma Şimşek

1921-1922 "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu mürettep Süvarisi emrinde müstakil Süvari müfrezesinde görev yapmıştır.

Tarsuslu Kara Fatma

8-10 kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşlarına katılmış, Tarsus'un kurtarılmasında yararlılık göstermiştir.

Naciye Nine

Maraş mücadelesine katılan diğer bir kahraman ana da Naciye Nine adlı Türk kadınıdır. Birinci Dünya Harbi başlarında seferberlik ilan edilince kocası Mustafa Efendi harbe gider, kısa bir süre sonra da onun şahadet haberi gelir. Zavallı Naciye, kocasının ölümüne inanamaz, onu bekler, durur Kapı komşusu bir Ermeni kadın da ona yapmadığını, söylemediğini bırakmaz. Nihayet, gördüğü muamelelere dayanamayan kadın, ihtimal dul kalışının da verildiği üzüntü içinde bir teneke gazyağı ile hem kendi evini, hem de komşusu kadının evini yakar, kendisi de intikamını böylece alır.

Çete Emir Ayşe

Yunan askeri Aydın'a doğru geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes'in diğer tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe, arkadaşlarının kayıktan düşüp boğulması sonucunda geri dönmüş ve Çanakkale'de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, dağa çıkmış ve Yörük Ali Efe'ye katılmıştı. Aydın'ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlarla savaşmıştı. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanı'nda Çete Emir Ayşe'nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı. "Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk'ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyası'dır" demişti.

Binbaşı Ayşe

Gazi Ayşe Altıntaş, Selanik doğumludur. Eşi Kafkas cephesinde Şehit düşünce; eşinin ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya yemin etmiştir. Binbaşı Ayşe, Milli Mücadele'de kocasının en kıymetli birer yadigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek binbaşılığa kadar yükselmiştir. 15 Mayıs 1919'da İzmir işgal edilince, ilk karşı koyma hareketine o da silahla katılmıştır. Yunanlılar İzmir'e hâkim olunca Aydın'a geçmiş, Kuvay-i Milliye birliği kurmuş, sonra da birliğiyle birlikte Nuri çetesine katılmıştır. Aydın muharebesinden sonra Koçarlı'ya çekilmişler ve bundan sonra İstiklal Mücadelesi'ne başından sonuna kadar görev almıştır. Binbaşı Ayşe; ayağında çizmesi, başında kalpak ve subay kılığında gezdi. Askerden her zaman büyük saygı gördü. Zafer'den sonra uzunca bir süre İzmir'de oturdu. 1934 yılında Soyadı Kanunu kabul edilince, Altıntaş soyadını aldı.

Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatıyor:

"...Büyük harpte Kafkas Cephesi'nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs 1335-(1919)'da bana verdi. İzmir'i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın'a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva-yı Milliye birliği teşkil edip, bilâhare Nuri Çetesi'ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı'ya çekildik. Bu sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi'ne başından sonuna kadar iştirak ettim. İlk defa Sakarya'da sol kasığımdan piyâde mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz'da Mürsel Paşa Fırkası'na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları'ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir'e ilk giden birlikler arasında ben de vardım.

Ancak bu arada atılan bir misketle sol bacağım kırıldı." Ayşe, kocasının en kıymetli birer yâdigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir.

Samsun Dağköylü Fatma Çavuş

Seferberliğe giden erkeklerden arda kalan bir avuç kadın çocuk ve yaşlı erkekle Rum Çetelere karşı köyünü kahramanca savunmuştur. Kocası askere gidip bir daha dönmeyen Fatma Çavuş günün şartlarında köylülere parola kullanmayı da öğretmiştir. Yörenin Türk Köylerinden birisi olan Dağköyü  savunması esnasında gösterdiği kahramanlıklardan dolayı TBMM ne çağrılmış fakat günün koşullarında gidememiştir. Vefat edinceye kadar Milli Bayramlarda at sırtında geçit merasimlerine katılmıştır. 1963 yılında vefat etmiş olup mezarı Dağköydedir.  

 

Hafız Selman İzbeli

Kastamonu Müdafaa-i hukuk cemiyeti, kadınlar kolu kurucularından ve Kastamonu'daki 'İlk kadın meclis üyesi' sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle "Cumhuriyet kadını" idi.

Kurtuluş Savaşı sonrasında Kastamonu'daki kadınları toplamış, asker için çorap, fanila ördürüp cepheye göndermişti.

Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu'ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Hep ben Cumhuriyetçiyim demiş, savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti.

Hafız Selman hanıma milletvekilliği de önerilmişti. "Hafız olduğum için başımı açmam, başımı açamayacağım için de Milletvekili olamam" diyerek kabul etmemişti.

Şerife Bacı (Ö. 1921)

1921 yılı Kasım ayında İnebolu'ya önemli miktarda savaş malzemesi gelmişti. Malzemenin bir an önce Kastamonu'ya iletilmesi gerekti. Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan yaşlılar sakatlar, kadınlar, Menzil komutanlığının malzeme taşınması haberi üzerine kağnılarla yola çıktı. İnebolu'dan kağnılara yüklenen cephaneler Kastamonu'ya doğru yol aldı. Bu cephane kollarında hep kadınlar vardı. Bunlardan biri de Şerife Bacı idi. Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye üzerine abanmış ve soğuktan ölmüştü, ama ölene kadar vücut sıcaklığını yavrusuna vermişti. Bugün Kastamonu'da şanına layık güzel bir anıtı vardır.

İnebolu'dan Kastamonu ve Çankırı yoluyla Ankara'ya savaş malzemesi götüren kağnı kollarında 1921 kışında soğuktan donanlar da olmuştur. Bunlardan en bilineni Şerife Bacı'dır. Şerife Bacı, 1921 yılının Şubat ayının dondurucu soğuğunda İnebolu'ya kaçırılan cephaneleri Ankara'ya ulaştırmak amacıyla 6 aylık bebeğiyle yola çıkar. Kağnı arabasındaki cephaneleri ve bebeğini korumak için üzerlerine ince yorganını örter. Kendisi önde yürüyerek Kastamonu kışlasının önüne kadar gelebilir. Askerler sabah ayazında donmuş cesedini bulurlar.

İnebolu ve Kastamonu Havali Komutanı Nurettin PEKER, bu olayı şöyle anlatıyor: "1921?1922 kışı çok olmuştu. Ankara yolundaki dolu kafileler arasında tabii sayılan don hadiseleri yalnız kendi çevrelerinde birer destan olurken bu hadise kahramanlarından bir tanesi şehrin kapısı sayılan kışla önüne kadar gelmiş, yani taşıdığı millet yükünü canı pahasına menzili maksuduna ulaştırmıştı. Bu hadise şehir halkının gözleri önünde cereyan ettiği için herkesi üzdü, ağlattı.

O günkü vazifelilerden olup bugünün Kastamonu tüccarlarından Cemil Patlaban'ın anlattığına göre (bu destan halk arasında hala yaşamaktadır) 1921 Aralık ayında birdenbire bastıran kar yolları kapamış, cepheye giden taşıt kolları geceye kalmadan yakın hanlara, köylere sığınmışlardı. Böyle fırtınalı bir gecede sabaha kadar yağan kar altında kalmalarının ara sıra olduğu gibi yine kara haberleri beklenirken o gece kar tipisine rağmen vatan aşkı ile ancak Kastamonu Kışlası'nın önüne kadar gelebilen cephane yüklü bir kağnı arabasının yanına ilk gidenin gördüğü acı manzara çok dehşetti. Hadiseyi görenin kışlaya haber vermesi ile Menzil Mıntıka Müfettişi Osman Bey, derhal Merkez Kumandanlığı Askeri İnzibat Posta Başı Muavini Devrekanili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat Çavuşları mahalline koşturmuştur. Her nasılsa kafileden geri kalmış genç kadının cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir halde ancak kışla önüne kadar gelebildiği ve şehre girmek nasip olmadan şose kenarında sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır.

Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde övendire, kollarını gererek yorganın üzerine abanarak kaldığı vazifeliler tarafından görülmüştür. Rıfat Çavuş öküzleri koşarken, Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşlarını dökerek, kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitilince şaşırmışlar ve şehit anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlardır.

Gördükleri şaheser tablo şu olmuştur: Otlara sarılı top gülleleri arasında yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun dondan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır. Cephanesini ve yavrusu uğruna kendini feda eden bu kahraman anayı ve yavrusunu arabaya yerleştiren çavuşlar, baş başa ağlaşarak gün doğarken yola düzüldüler. Öküzleri aç ve zayıftı, çekemediler.

Çavuşlar koşuldular. Öküzlere yardım ettiler. Bu mukaddes ve muazzam yükü gurur ve iftiharla fırka dairesinin önüne kadar çektiler. Kumandan ve maiyeti, arabanın başına geldiler. Bir dakika ihtiram sükûtu yaptıran kumandan Osman Bey, bu hazin tablo karşısında gözleri yaşararak "Türk Kadını dünyada emsali bulunmayan kahraman bir anadır. Öyle bir anadır ki, tarihte nice kahramanlar, cihangirler doğurmuştur. Arkadaşlar, Milli Mücadeleyi kazanacağımızın en büyük misali işte önümüzde biri ölü, biri diri yatıyor" diyebilmiş ve teessüründen daha fazla konuşamamıştır.

Yavruya sütanası ve ölüye belediyece kefen vesaire masrafı temin edilerek Kastamonu muhitini iyi bilen Cemil Çavuş, ananın hüviyetini tespite memur edilmiştir. Cemil Çavuş, şehidin alaca önlüğünden ve başındaki çarından köyünü keşfederek hanları dolaşmış ve Seydiler köylülerin bularak getirmiş ve göstermiştir. Onlar da tanımışlar. Ağlaşmışlar ve bu şehit ana ile yavrusunu göğüslerine basarak köylerine götürmüşlerdir.

Henüz ismi tespit edilemeyen bu aziz Türk kadınının bugün kendi gibi bir ana olan yavrusu da acaba hangi kahramanları doğurdu. Ey isimsiz kahramanlar. Siz sağ iken vatan var olacaktır."İstiklal Savaşı'nda adları sanları belirsiz ne analar ve babalar, ne yavrular vardır ki cephane taşırken yol boylarında ölmüşler ve fakat nüfus kütüklerine formalite icabı "eceliyle köyünde vefat" kaydı ile işaretlenmişlerdir. Fakat bunlar Türk şairlerine birer ilham kaynağı olmalıdır."(1),(2)

Tarihimiz, Türk Kadınının kahramanlıklarıyla doludur. Hiçbir millette rastlanmayan bu özellik, Milli Mücadele'de ve daha sonra Cumhuriyetin kurulması aşamalarında daha çok öne çıkmaktadır.Yukarıda tanıtmaya çalıştığımız kahraman kadınlarımızdan başka, gerek cephelerde, ve gerek cephe gerisinde yaptıkları hizmetlerle daha nice kadınlarımız vardır.Bilecikli Ayşe Çavuş, Maraşlı Senem Ayşe, Nezahat Onbaşı, Trakyalı ana-kız, Havva ve Zehra Soyyanmaz bunlardan sadece birkaçıdır.

Prof.Dr. Ali Sarıkoyuncu Milli Mücadele'nin başlarında İstanbul'dan Anadolu'ya geçebilmek için iki yol olduğunu, bunlardan Üsküdar Sultantepesi'ndeki Özbekler Dergâhı'ndan başlayıp Geyve'ye uzanan "Menzil Hattı'nın" 1920 Nisan ayından sonra İngilizlerin İzmit'i işgal etmesiyle kesildiğini ve bu yüzden Anadolu'ya geçiş ve sevkiyatta Karadeniz limanlarının önem kazandığını anlatır. Prof.Dr. Ali Sarıkoyuncu, "Milli Mücadele'de Zonguldak ve Havalisi" adlı kitabında, belge ve yaşayan tanıklarına dayanarak İnebolu dışında Ereğli, Zonguldak ve Bartın'dan Ankara'ya önemli bir ikmalin yapıldığını, bu amaçla bölgede etkili teşkilatların kurulduğunu ve Zonguldak'lı kağnı kolları ve katırcıların yanı sıra bölge kadınlarının da bu sevkiyatta görev aldığını yazmaktadır.

Yine deniz yoluyla yapılan bu ikmal çabalarında Ordu'dan Sivas'a yapılan nakliyatın da önemli rol oynadığı bilinmektedir.

Zonguldak'lı kadınların bir başka katkısı da, Hilal-i Ahmer'e bağış toplama kampanyasında yaşanmıştır. Kuvay-ı Milliye'ye yardım amacıyla bütün yurtta açılan bu kampanyaya Zonguldak'lı hanımlar büyük bir heyecanla katılmışlar ve 18 Temmuz 1921 tarihli Açık Söz Gazetesi'nin haberine göre, topladıkları 1.061.723 kuruşla birinci olmuşlardır. Bu kampanya sırasında Samsun'dan 685.000, Antalya'dan 457.000, Kayseri'den 100.000, Trabzon'dan 57.210, Eskişehir'den 128.400 ve Sivas'tan 20.000 kuruş ancak toplanabilmiştir.

Ayrıca, cephe gerisinde hastanelerde hemşire ve hastabakıcı olarak görev yapan, Kızılay'ın esir mübadele komisyonlarında çalışan ve küçük atölyelerde cephane ve mermi üreten binlerce kadınımız, vatanın kurtarılması adına canlarını ortaya koymuşlardır.

Türk Kadını, Cumhuriyet'in kurulmasından sonra, parlamenter sistem içersinde de görev almış ve 1935 yılında 18, 1939 yılında 16, 1943 yılında 16 kadın milletvekili olarak 3, 4 ve 5. dönemlerde TBMM'nde yer almıştır. 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.