Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879 (Hicrî 1296 1880?); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), yaygın adıyla Neyzen Tevfik. En önemli hiciv şairlerimizden birisi, ney sanatçısı, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisidir.
İLKİ SONU BİR HİÇ: NEYZEN TEVFİK
Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879 (Hicrî 1296 1880?); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), yaygın adıyla Neyzen Tevfik. En önemli hiciv şairlerimizden birisi, ney sanatçısı, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisidir. Neyzen Tevfik, hiciv, taşlama ve kara mizah türünde Nef'î ve Eşref'ten sonra edebiyatımızın en önemli üçüncü temsilcisidir.
HAYATI AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU
Şairin babası Hasan Fehmi Bey aslen Samsun'un Bafra ilçesine bağlı Kolay
beldesinden gelme bir öğretmendir. Soyadı Kanunu çıkınca doğum yeri olan Kolay
beldesini soyadı olarak seçerek "Kolaylı" soyadını almıştır.
Babası Hasan Fehmi Bey 1876 yılında Bodrumda Rüştiye Mektebini kuran
kişidir.
Neyzen Tevfikin ifadesine göre babası
da Neyzen gibi güldürmeyi ve nükteyi çok seven birisidir. Şairin annesi Emine
Hanım hakkında ise kaynaklarda pek bir bilgi bulunmamaktadır. Neyzen Tevfik
hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayan kişi olan kardeşi Şefik
Bey pek çok hastalık ve mikrop türü üzerinde çalışmalar yapmış olan
önemli bir bakteriyologdu. Şefik Bey İstiklal savaşının yokluk
yıllarında savaşan askerlerin sığır vebasına yakalanmış hayvanların etlerinin
yedirilebileceğini söyleyerek, bu hastalığın hayvandan insana geçmeyeceği konusunda
tüm sorumluluğu üzerine almış bir veteriner olarak Türk tarihine
geçmiştir.
Neyzen Tevfikin babası Hasan Fehmi Bey 1876 yılında Bodrumda Rüştiye
Mektebini kurmuş ve bu okulda görevli iken 1879 yılında Bodrum da dünyaya
gelmiştir.Şair Muğla'nın Bodrum ilçesinde, Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey'in
ilk oğlu olarak dünyaya gelir. Küçük kardeşi Ahmet Şefik Bey de 1886
yılında Bodrum da doğacaktır. Uzun bir müddet Bodrum da kaldıkları için şairin
çocukluk yılarlı Bodrumda geçer.
Bodrum'daki çocukluk yılları babası ile birlikte genellikle, Tepecik Camii'nin
yakınındaki bir kahvede geçmiştir. Bu kahveye gelen dervişlerin üflediği
ney dikkatini çekmiş bu ney sesine daha çocukken aşina ve mest olmuştur.
Dervişlerden dinlediği ney çalgısını açabilmek düşüncesine o günlerde
kapılmıştır. Daha küçük bir çocukken ney çalmak ister ama Babası eğitim
hayatını olumsuz etkileyeceğini düşünerek erken yaşlarda buna izin vermemiştir.
Çocukluk arkadaşlarından Avram Galanti, Tevfik'in düdükler yapıp çalarak
civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu
anlatır.Dervişlerden dinlediği nefesler ve menakıpnameler de onda şiir ve
edebiyat zevki bırakır. Bu kahveye halk ozanları ile halk hikâyecileri de
gelmektedir. Neyzen Tevfik bu hikâyecilerden "Leylâ İle
Mecnun", "Tahir İle Zühre", "Arzu İle Kamber","Ferhat İle Şirin" gibi halk hikâyeleri ni dinlemiş ve
etkilenmiştir.Bektaşi dervişleri ile vakit geçirmeyi seven ve nüktedan bir
öğretmen olan babasından da etkilenerek yetişir.
Fakat daha yedi yaşında iken çok feci bir olaya şahit olur. Muğlalı Kel Mülâzım Ağa müfrezesi Bodrum civarında yakaladıkları eşkıyaların kellerini kesmiş sırıkların ucuna takarak halka teşhir etmişlerdir. Eşkıyaların sırıkların ucundaki kesik başlarını gören Tevfik bu olaydan çok etkilenmiş uzun bir müddet olağandışı bir durgunluk yaşamıştır. Bu hadise ilki 1893'te olmak üzere bambaşka bir rahatsızlığa dönüşecektir. Bu durgunluk onun okulu bile bırakmasına sebep olacaktır. Ailesi onun bu durgunluğunu sebebini ney sesinden etkilenmek olarak yorumlar. Fakat bir müddet sonra tahsiline yeniden başlar.
URLA GÜNLERİ VE SARA HASTALIĞI
1892'de, on üç yaşındayken babasının tayini Urla'ya çıkar. Rüştiye Mektebine
burada devam etmeye başlamıştır. Urladaki günlerinde yaşayacağı iki önemli
olay onun hayatı üzerinde derin çizgiler oluşturmuştur. Birincisi Ney Ustası
olacak olan Berber Kâzım ile tanışması ikincisi ise üzücü bir olay sonrası sara
hastalığına yakalanmasıdır. Urlaya taşındıktan yaklaşık bir yıl sonra,neyzen berber Kâzım'dan ney dersleri almaya başlar. Ve aynı yıl ilk sara
nöbetini de geçirir. Yedi yaşındayken sırıkların ucunda gördüğü kesik başların
dehşeti sara nöbetleri halinde etkisini göstermeye başlamıştır. Hastalığın
tedavisi birçok doktora ve hocaya gidilmiş en sonunda İstanbul'da Pepo adlı bir
doktor onun hastalığını kontrol altına almayı başarmıştır.Doktor, "en çok
hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesini önerince ona 'Neyzen' lakabını
kazandıracak olan neye devam etmesine izin verilmiş olur.
Fakat okulu yeniden bırakmak zorunda kalmıştır. Hastalığının kontrol altına
alınmasının ardından en azından eğitimini bitirmesi için babası tarafından
yatılı olarak İzmir İdadisi'ne gönderilir İzmir idadisinde geçen yatılı günlerinde
sara nöbetleri tekrar başlamıştır. Bu yüzden tekrar okulu bırakmak zorunda
kalacaktır. Bu olay sonrasında ney tutkusu yüzünden kendini İzmir
Mevlevihanesine teslim edecek burada ney dersleri alırken Farsçayı da
öğrenecektir. İzmir, bu yıllarda istibdat yönetiminin kovduğu aydınlarının
uğrak ve sürgün yeridir. İzmir Mevlevihanesinde Tokadizade Şekip, Tevfik
Nevzat, Ruhi Baba ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimler ile tanışır. Eşref ile
tanışması onun hayatında başka bir kapı açmıştır. Bu kapı hiciv kapısıdır. Şair
Eşref ona hicvi öğretir. Bu sayede 13 Mart 1898'teilk şiiri Muktebes dergisinde
yayımlanır.
Bu arada artık on dokuz yaşına basmış bir delikanlı olmuştur. Eğitimci bir
insan olan babası ondaki tarikat eğilimin görünce onu İstanbuldaki Fethiye
Medresesi'ne gönderir. 1898. İstanbuldaki vaktinin çoğunu Galata, Yenikapı
Kasımpaşa Mevlevihanelerinde geçirmektedir. İşte tam bu yıllarda hayatına yön
verecek olan bir başka kişiyle daha tanışır. Bu kişi Mehmet Akif Ersoydur.
Mehmet Akif Ersoy'dan Arapça, Farça ve Fransızca dersleri almaya başlar.Mehmet
Akif Ersoy'un yardımıyla dönemin seçkin sanatçılarıyla da tanışır. İbnülemin
Mahmut Kemal, Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Tanburi Cemil, Yunus
Nadi, Udi Nevres ve Hacı Arif Bey gibi isimlerin arasında kendini geliştirme
fırsatı bulur. 1900 yılında Ülkeye gramafonu ilk kez getiren " Hâfız Âşir
Bey'le bir plâk kaydederek Gülistan Plak
Mağazası" na satar.Azâb-ı Mukaddes (1949) kitabının önsözünde
belirttiğine göre yüze yakın plak çıkarmış ve pazarlamıştır. Artık saray, köşk,yalı ve konaklara çağırılan meşhur bir neyzendir.
Cüppe ve şalvar giyilen medresede Akif'in verdiği setre pantolonunu giyince medreseden dışlanmıştır. Mehmet Akifin çevresindeki aydınlardan Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri alırken ney çalma konusunda da epeyce mesafe kaydedecektir. 1901 yılında medreseden ayrılmak zorunda kalan Neyzen Tevfiki baba dostu olan Müderris Musa Kazım Efendi ( Daha sonra Osmanlının son Şeyhülislamlarından biri olacaktır) bir müddet derslerine alsa da bu uzun sürmeyecektir. Fakat Müderris Musa Kazım Efendi sayesinde devrin diğer ileri gelen Şair Şeyh Vasfi, Ahmet Mithat Efendi,Muallim Naci gibi edipleri ile de tanışma fırsatı bulur. Medreseden koptuktan sonra Fatih'teki Şekerci Hanı ile Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'nda kalmak zorunda kalır.
Mevlevilikten de koparak mizacına daha uygun bir başka tarikata girer. 1902
yılında Bektaşi dergâhlarına devam ederek Bektaşi dervişi olur. Sütlüce Bektaşi
Tekkesi'ne devam ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Paşadan nasip almıştır.
Sirkeci'deki, İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde istibdata karşı
nutuklar çekmeye ileri geri konuşmaya başlar. İhbar edilip gözaltına alınır.
Bektaşi olduktan sonra içkiyi çok arttırmıştır. Zamanının büyük bölümünü
Beyoğlu meyhanelerinde geçirmeye başlamıştır.
Bektaşilik ve Mısır yılları
İstibdat idaresinin baskıları artınca Şair Eşref ile beraber 13 Ocak 1902
Perşembe günü "Mesajeri" vapuru ile Mısır'a giderler.İki kafadar
heccava Mısır yolları gözükür. Mısırda Neyzenler Kahvehanesi adlı bir
kahvehane açarak işletmeye başlar. Bir olay sonucunda silah atmaktan dolayı
Mısır da altı aya mahkûm olur. İtirazları sonucu bir buçuk ay yatıp çıkar.
Bu arada Feride adında Lübnanlı bir kadınla iki ay beraber olur. Eşref'ın
çıkardığı Deccal dergisindeki II. Abdülhamiti yeren bir şiiri nedeniyle
gıyabında idama mahkûm edilir.Bir Nutk-ı Hümâyun hicvi yüzünden tutuklanmak
istense de çevresi sayesinde kurtulmayı başarmıştır. Fakat Mısır Hidivi
Hakkındaki Düşünceleridir başlıklı yazısı yayımlanınca kesinlikle tutuklanması
hakkında bir karar verilmiştir. Bunun üzerine "Kaygusuz Sultan Bektaş
tekkesinde bir süre kaldıktan sonra meşrutiyetin ilanıyla beraber İzmir'e, daha
sonra da İstanbul Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşir.
Meşrutiyet yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyetine yaptığı hicivler yüzünden
tutuklanıp serbest bırakılır. 1910 yılında babası ve kardeşinin karşı çıkmasına
rağmen Cemile Hanım ile evlenir ama bu evlilik uzun sürmeyecek, Kayınbabası
eşini ve Leman adını verdiği kızını da alıp gidecektir.Alkol tüketimine son
hızla devam etmekte söylentilere göre de zaman zaman Hocapaşa Camiinin bir
tabutluğunda tabutun içinde yatıp kalkmaktadır.
I.Dünya Savaşında kendine uygun bir iş bulacaktır. Muhtar Paşa'nın emrinde
mehterbaşı olarak görev yapmaya başlar. Fakat askeri düzene pek ayak uydurmamış
olduğundan Muhtar Paşa ile sık sık tartışıp gitmekte, Albay Cevat Bey sayesinde
tekrar tekrar geri dönmektedir.Hatta kaynaklar bir Alman Generalinin davetiyle
Romanyaya bile konser vermeye gittiğini yazmaktadır. Osmanlı hükümetinin
yıkılması üzerine mehteran dağılınca yine işsiz kalacaktır. Tüm geliri zaten
alkole gitmiştir. 1919 yılında, ilk kitabı Hiçi yayınlar.
Cumhuriyet yılları
Cumhuriyetin ilanı sıralarında birazcık da mecburiyetten dolayı kardeşi Ahmet
Şefik Beyin yanına Ankara'ya gider. Mustafa Kemal'i ve Kurtuluş Savaşı'nı
yücelten şiirler yazmaya başlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1924 Hasan Sâit
Çelebinin yardımıyla Azâb-ı Mukaddes adlı kitabını yayımlama girişiminde
bulunur ama nedense bu teşebbüsünde başarılı olamayacaktır.
1926 yılında Atatürk'le tanışır. 1927 yılında sa'ra nöbetleri çoğalmış, alkol tüketimi de bir o kadar artmıştır. Artık oldukça uygunsuz hallere de girmektedir. Artık Topbaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başlar. 1928 yılında kafası eserek eski dostu Mehmet Akif Ersoy'u ziyaret için Mısır'a gider. Bir yıla yakın bir süre Mısırda onun yanında kalır. Ankaraya geri döndüğünde 1930'larda konservatuarda görevlendirilerek ona bir aylık bağlanır. Neyzenin doktoru Dr. Rahmi Dumanın anılarında yer aldığı şekliyle: Neyzen Tevfik, elinde içkiyi biberon gibi kullanmaktadır. Onun içişini bilimsel olarak açıklamanın imkânı yoktur
1940'larda Dr. Mazhar Osman ve Dr. Rahmi
Duma yardımı ile Bakırköy Akıl Hastanesi'nin 21 no'lu koğuşa tam anlamıyla
yerleşir. Otel gibi kullandığı bu koğuşta şiir ve felsefe ile ilgili sunumlar
yapar. 1949 yılında, dostları sayesinde eserlerini Azâb-ı Mukaddes adı
altında kitaplaştırmayı başarmıştır.1951'de Onu Affettim ve Ağlayan Şarkı
adındaki 2 filmde Suzan Yakar'la birlikte rol almıştır. Arkadaşlarının ısrarı
üzerine, 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosunda ona jübile yapılır.
28 Ocak 1953te vefat eder. Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'nde cenaze namazı
kılındıktan sonra profesörler, memurlar ve bazı ileri gelenler, sarhoşlar ve
sokak serserilerinden oluşan büyük bir kalabalığın eşliğinde Kartal Merkez Mezarlığı'na defnedilir.
Neyzenlikteki ustalığı yanısıra hiciv sanatı ile de akıllara kazınmıştır. Devrin önemli ayyaşlarından biri olan Neyzen Tevfik her çevreden dost edinmiş önemli bir nüktedan olmuştur. Hicivlerinde toplumdaki eşitsizliğe, haksızlığa ve zulme, siyaset ve dini baskı ve çıkarcılığa değinmiş cumhuriyet dönemiin en önemli hiciv ve mizah şairi olmuştur. Neyzen aşırı içki tüketimi ve fıkraları ile cumhuriyet döneminin Tuzsuz Deli Bekir'i, Bekri Mustafa'sıdır
"Baskıyı, yobazlığı, din-mezhep ayrımcılığını, insanlar arasında eşitsizliği, çıkarcı politikacıları,çağdaşlaşma adına girişilen yararsız özentili davranışları kınamış; inanç özgürlüğünü, kadın haklarını savunmuştur. Yaşamın acılarını, toplumdaki bozuklukları, haksızlıkları konu edindiği" hicviyeler ve bohem yaşantısıyla çok dikkat çekmiş biridir.
Edebi Kişiliği
Neyzenin Hiciv yazmaya başlaması İzmir yıllarında şair Eşrefle tanışmasından sonra başlamıştır. İlk şiirleri de bu tanışmadan sonra gerçekleşmiştir. Bektaşi tarikatına girdikten sonra Alkole de başlamış alkolün ve edindiği geniş çevresinin koruması sayesinde cesaretlenerek önemli bire heccav hiciv ustası - olmuştur. Özellikle İstibdat yılarında Sultan Abdülhamite İstibdat idaresine karşı çok sayıda hiciv yazmış hatta bu hicivlerinden dolayı gıyabında idam cezasına dahi çaptırılmıştır. Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicivler yazmış, Atatürk öldükten sonra İsmet İnönü ve vekiller hakkında da çok sayıda ağır hicivler oluşturmuştur.
Fabrika yaptı Sümerbank bez için,
Çok muazzam bir eser bu, laf değil!
Dil içinde Ehl-i dil tezden dedi,
Sıçtı Cafer bez getirsin Başvekil. (1932)
Kime sordumsa seni doğru cevap
vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..
Haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı yazdığı şiirlerinde eleştirme nedenleri bulunmaz. Sadece öznel bir karşı çıkış bulunmaktadır. Neyi neden beğenmediğini veya eleştirdiğini ifade etmeden ağır ithamlarda bulunmaktan küfür ve hakaretten kaçınmayan sivri bir dili vardır.
Her.... benzerdi bin bir Apisli mabede
Heykel-i Firavne döndü ....ğım ....lar benim
Ezkaza bir lokma et yersem hayalen,vergici
Rüzgâr altından geçerken zartamı koklar benim
.
Beyitlerinde de olduğu gibi kaba bir dil kullanmış olsa bile mizahi açıdan oldukça başarılı buluş mahiyetinde ilginç şiirleri vardır. Her şeye rağmen hayal gücü ve benzetmeleri açısından hayli yetenekli bir şair olduğunu ortaya koymaktadır. Şekil özelliklerine önem veren Neyzen Tevfik, sanıldığından daha fazla şiirin biçimsel niteliklerine özen göstermiştir. Kalifiye, redif ölçü ve duraklarında hassas davranmıştır. Kimi şiirlerinde özentisiz davranmış olsa bile özgün kafiyeler kullandığı pek çok şiir vardır.
Sanma ciddiyet ile sarf ederim
sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezm i meyde sufehanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
Hiciv sanatını kendisi gibi çok önemli bir Hiciv ustası olan Eşreften öğrenmiştir. Buna rağmen Eşrefin sivri dili Neyzen e de uzanmış Neyzen Tevfike de çok ağır hicivler yazmıştır. Eşref bir şiirinde Neyzeni şöyle hicveder.
Eşref'ten Neyzen'e:
Kimseler Hafız'a (Neyzen) alnı yere gelmiş diyemez,
Doğduğundan beri kıç dönmedi Şeytan'a bile!
Çok camide, mescidde dolaştı amma,
Koymadı alnını hiç secde-î Rahmâna bile!
Hacıyatmaz gibidir sanki köpoğlu köpek
Ayaküstünde kalır düşse de mîzâna bile!
Beğenmemişse nedensizce beğenmemiş ve hakaret etmiştir. Küfürlü ve hakaretlerle dolu hicivleri yüzünden birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.
Tevfik'in şiirlerindeki yergi ve taşlamaları onu bu türde Nef'i ve Eşref'ten sonra en önemli üçüncü heccav konumuna getirmiştir.
Şiir kitapları
Hiç, 1919
Azâb-ı Mukaddes, 1949
Besteleri
Nihavent Saz Semaisi
Şehnazbuselik Saz Semaisi
Taksimler, taş plak