GÖNÜLLÜ OLMAK
Gönül herkesin bildiği ancak tarifi zor bir kelimedir. Gönül benim için, iç dünyamızdan
yansıyan duyguların harmanlandığı bir gizli mekândır. İçerisinde duyguların evirilip çevrildiği kalp,
iyilik ile beslendiğinde gönül olur. İyiliğe koşanlara bu sebepten gönüllü denir.
Gönüllü, basit bir ifadeyle bir karşılık beklemeden yapılması elzem olan bir görev karşısında
sağına soluna bakmadan “ben varım” diyenlerdir, sorumluluğu üstlenmeye talip olanlardır.
Gönülden gönül’e yol vardır diyerek 22 Mart tarihinde AFAD gönüllüsü olarak
Kahramanmaraş’a deprem felaketinin yaşandığı bölgeye hareket ettiğimiz zaman aynı fikir ve duygu
ile hareket eden, Samsundan yola çıkan bu gönüllüler ekibi elbette neyle karşılaşacağını bilmiyor
sadece tahminlerde bulunabiliyordu.
Herhangi bir maddi ve dünyalık beklentisi içerisinde olmadan zor bir işe talip olan bu ekipten
hiç kimseyi tanımıyor olsam da aynı duyguların bizi yönlendirdiği duygusuyla herkese karşı bir yakınlık
hissediyordum. Kader birlikteliği yapacağım gönüllü ekibiyle zamanla tanıştık, birçok şeyi paylaştık,
dost olduk, gönüldaş olduk.
Her yerde karşımıza çıkan yıkılmış evler, iş yerleri, fabrikalar… Anlatılan acıklı hikâyeler,
dağılan aileler, çadır kentlerde ve konteyner evlerde yaşayan depremzedelerin yaşadığı derin
üzüntünün bizlerin gönül dünyamıza yansıması elbette yıpratıcıydı.
On gün boyunca beraber çalıştığım gönüllü dostlarımın bazen yaşımızı ve fiziksel gücümüzü
zorlayan durumlar karşısında hiç şikâyetçi olduğunu duymadım, bunun iması bile yapılmadı desem
yeridir. Üstelik mübarek ramazan ayında bulunduğumuz günlerde oruç ibadetinin getirdiği zorluklara
rağmen çalışmak elbette zordu. Buna rağmen ortaya çok güzel neticeler çıktığına defalarca şahitlik
ettim.
Hayatta her çalışmanın karşılığı maddi değildir. Manevi ödüller, mutluluklar vardır.
El uzattığımız insanların teşekkür etmeleri, minnet dolu bakışları, çocuklarla geçirdiğimiz
anlarda onların yaşadığı mutluluğa şahitlik etmek, zaman zaman acılarına ortak olmak en büyük
ödülümüzdü. … Zaten bunun için gelmemiş miydik?
Deprem afeti sadece evlere değil, aileleri de, insanlara da hasar vermişti. Hiçbir şeye
benzemeyen bu doğal afet karşısında yaptı maddi ve manevi yardımları yeterli görmeyip gönüllü
olarak sahada olanlarla olmak bir ayrıcalık, mutluluk keyif ve hayat dersiydi.
Güzel insanlar tanıdım. Ülkemin geleceği olan gençlerin çabalarını gördüm.
Gönüllülüğü yaşadım, hissettim. Gönüller yapmaya gelenlerle bir arada olmak birleştirici, ders
ve ilham vericiydi. Gönüllülere bugün olduğu gibi yarın da ihtiyaç olacaktır. Gönüllülük kavramının
insana empati, anlayış, duyarlılık, sabır, kendine güven gibi bazı insani özellikleri kazandırdığını
düşünüyorum. Bu yönüyle bir kişisel gelişim sahası olarak gördüğüm gönüllüğün geliştirilmesi,
tanıtılması da bir ihtiyaç olarak göze çarpıyor.
1999 yılında yaşanan gölcük depremi sırasında üniversite öğrencisiydim. O dönemde de
gönüllü olarak çalışmalara katılmak istemiş ancak bir kurum bulmakta zorlanmış ve afet bölgesine
gidememiştim. Aradan geçen yirmi dört yıl sonra ise sahada görev alan sayısız kurum, dernek,
yardımlaşma teşkilatı ve bunlar aracılığıyla emek veren gönüllüler var. Elbette bu çok güzel bir
gelişme. Dünyanın birçok ülkesine nazaran gönüllü teşkilatlanmasında istenen seviyeye henüz tam
olarak ulaşamadık. Türkiye’de gönüllü olarak çalışmalara katılma oranı sadece % 6,2 düzeyinde.
Gönüllü dostlarımın sayılarının artması dilerim. Depremsiz, afetsiz yıllar umuduyla.
Fevkalade eline kalemine ve o insanlık dolu yüreğine sağlık iyi ki seni tanımış ve o kısacık on üç gün taki Samsun'a dönene kadar hem siz hemde ekip arkadaşlarıma sonsuz teşekkürü bir borç biliyorum saygılarımla.