DEPREM GERÇEĞİMİZ

  • İHSANBAŞKAN

DEPREM GERÇEĞİMİZ


“Coğrafya kaderdir” sözünü son dönemlerde sıkça duyar olduk. İbn-i Haldun’a ithaf edilen bu söz coğrafi şartların, üzerinde yaşam süren insanların hayatının her anına,  az veya çok tesir etmesini anlatır.


Bulunduğunuz coğrafya yaşam koşullarımızı, yediğimiz besinleri, hayat tarzımızı, kültürümüzü etkiler. Coğrafyaya uygun bir yaşam sürmeye çalışırız ve bu bizim yaşamımızın her anında yer alır.


İşte coğrafyanın getirdiği bir diğer gerçekte, coğrafyamıza bağlı olarak yaşamımızı bazen alt üst eden doğal afetlerdir. Seller, yangınlar, heyelan, deprem… Doğal afet dendiğinde belki de en korkunç gerçeklerden bir tanesi de deprem gerçeği ile yaşamaktır.


Yakın zamanlarda 2011 yılında Van depremini, 24 Ocak 2020 tarihinde ise Elâzığ depremini yaşadık. Üzüldük, dualar ettik, bir daha yaşanmamasını temenni ettik.


Ancak 2020 yılı bitmeden 30 Ekim tarihinde saat 14.51 de güzel memleketim İzmir, depremin soğuk yüzü ile tanıştı.


Ülkemiz coğrafyası gereği bir deprem kuşağında yer alıyor. Birçok şehrimiz bu gerçek ile karşı karşıya geliyor. Dün Van, Elâzığ, bugün İzmir. Ondan önce 1939 Erzincan depremi,1966 da Muş Varto depremi,1970’de Gediz depremi,1971Bingöl depremi,1975 Diyarbakır Lice, 1976 Van Muradiye,1983 Erzurum,1992 Erzincan ve 1999 Gölcük ve Düzce depremleri ile sarsılmışız, acılar yaşamışız.


Ve Anadolu binlerce yıldır sallanmaya devam ediyor, bu gidişle de hiç durmayacak gibi.526 yılında Antakya depreminde 250.000, 1268 Kilikya depreminde 60.000, 1509 İstanbul depreminde 10.000, 1688 İzmir depreminde 16.000, 1859 Erzurum depreminde 15.000 insanımızı kaybetmişiz.


Toplum olarak doğal bir afet ile karşılaştığımız zaman anında tepki veren bir halkımız var. Hep mağdurun yanında, ekmeğini, giyeceğini paylaşan, yaraları saran, acıları paylaşan bir toplumuz. Bu bizim en yüce ve ahlaki değerlerimizden bir tanesi.


Sonrasında gösterdiğimiz bu duyarlılığa rağmen, tedbirleri almada, hayatımızı geçirdiğimiz, başımızın üstündeki yuvamızın sağlamlığı konusunda eksiklerimiz var.


Olası bir depremde binalarımızın dayanaklılığı konusunda yaşadığımız evin sağlamlığından emin miyiz? Zemin etüdü yapıldı mı? Kullanılan malzemeler standartlara uygun mu?


İş yerine yer açmak için binanın taşıyıcı ana kolonlarını kesenleri gördük.


Depremde daha az acı yaşamak istiyorsak: “Deprem değil bina öldürür” gerçeğini bir an olsun aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.


Yapılması gerekenler, uyulması gereken kurallar bellidir. Evet, coğrafya ve deprem gerçeği kaderimiz olduğu kadar gerekli tedbirleri almakta bizim elimizde.


Deprem bir gün bir başka şehrimizde, belki de ülkemizin en kalabalık şehirlerinde, belki de İstanbul’da karşımıza tüm gerçekliği ile çıkacak. Ama mutlaka çıkacak, uzmanlar da bunu söylüyor. Belki yarın, belki elli yıl sonra.


Ama 7 şiddetinde bile olsa, bir insanımızın burnu kanamadan, tek vatandaşımızın canına ve malına bir zarar gelmeden bu depremi atlatsak ne güzel olurdu.


Canla başla çalışan yardım görevlilerinin enkaz altından çıkardığı hayatlarla belki mutlu oluyoruz, kısa bir süreliğine seviniyoruz. Ama acı yüreğimize bir taş gibi oturmaya devam ediyor.


Olası depremlerde acıların en az seviyede kalabilmesi için topyekûn yapılması gereken ne ise yapmak her bireyin görevidir.


Depremin aldığını hiç kimse geri veremiyor.


Güzel İzmir’imize, tüm ülke insanımıza geçmiş olsun.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.