Alevî-Sünnî çatışması çıkarmak için 33 vatandaşın öldürüldüğü Başbağlar katliamının tanıklarından Özçelik'in anlattıkları, vahşeti gözler önüne seriyor.
Özçelik, "Babam ve ağabeyimi de kurşuna dizdiler. Köylülerin tamamını isim isim tanıyorlardı." ifadelerini kullanıyor.
Başbağlar katliamının üzerinden 19 yıl geçti. Ancak Alevi-Sünni çatışması çıkarmak için 33 vatandaşın vahşice öldürüldüğü olayın sır perdesi hâlâ aralanamadı. Meryem Özçelik, Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyü ateşe verildiğinde 15 yaşındaydı. Özçelik, bir akşam ezanı vaktinde köylerinin nasıl basıldığını anlatıyor. Takım elbiseli, asker ve terörist kıyafetli 100 kişinin, köylüleri gruplar halinde infaz ettiğini söylüyor ve devam ediyor: "Babam ve ağabeyimi de kurşuna dizdiler. Köylülerin tamamını isim isim tanıyorlardı. Aralarında 'Sivas'ın intikamını alıyoruz.' diye bağıranlar vardı."
Türkiye için 1993, birçok faili meçhul ve katliamın yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. 24 Mayıs 1993'te Elazığ-Bingöl karayolunda asker taşıyan iki aracı durduran teröristler, acemi eğitiminin ardından birliklerine gitmekte olan silahsız 33 eri şehit etti. 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Madımak Oteli'nin yakılması sonucu 37 kişi öldü. Sivas olaylarından üç gün sonra vahşetin adresi bu kez Başbağlar'dı. 5 Temmuz 1993'te, Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 sivil öldürülüp köy ateşe verildi. İddiaya göre, ellerinde ölüm listeleri olan bir grup Başbağlar'ı bastı ve tüm erkekleri kurşuna dizdi. Karanlık odaklar, söz konusu vahşeti Alevi-Sünni çatışması olarak yansıttı ancak olayların arka planı deşifre edilemedi. Köyü basanların öldürdükleri insanların üzerine bıraktıkları bildiride 'Sivas'ın intikamı alınmıştır' yazısı da dikkat çekiciydi.
Zaman, 19 yıl sonra katliamın tanıklarından Melike Özçelik'e ulaştı. Katliam sırasında 15 yaşında olan Özçelik, yaşadıklarının kendisini dehşete düşürdüğünü söylüyor. Kurşuna dizilenler arasında babası Mehmet ve ağabeyi Ali Taşdelen de varmış. Köyü basanların sayısının yaklaşık 100 olduğunu söylüyor. Grup içerisinde takım elbiseli ve gözlüklü şahısların bulunduğunu, asker ve terörist kıyafetlilerin de yer aldığını anlatıyor. Takım elbiseli olanların en ufak direnme gösterenler için 'vur' emri verdiklerini anlatıyor. Köylerinde parayla çalışmaya gelen 'Seyit Ali' isminde bir işçinin olay günü telsizle İstanbul'dan gelenlerle ilgili bilgi verdiğini söylüyor. Kimlerin köyde yaşadığını, kimlerin İstanbul'dan geldiğini baskın yapanların kendilerinden daha iyi bildiğini aktarıyor.
GRUPLAR HALİNDE TOPLADILAR
İşte Özçelik'in ağzından o gün yaşananlar: "Olaylar akşam ezanı vaktinde meydana geldi. Yemek için hazırlık yapıyorduk. Baskın olunca perdeleri kapatıp yere yattık. Ara sıra kapının aralığından bakıyordum. Evimiz köy camisine yakındı. Cami cemaati 10'ar kişilik gruplar halinde köy dışına çıkarıldı. Cami imamına işkence yaptılar. Babam ve abimi de gözaltına aldılar. Babam giderken evimizin duvarına kolunu sürterek geçti. Helalleşiyor gibiydi. Bunu görünce annem dayanamadı ve kapıyı açtı. Bizi de 'korkmayın, toplantı yapacağız' diyerek bir yere götürdüler. Birçok soru sordular; okula gidiyor musunuz, köyde kaç kişi yaşıyorsunuz, neden Tansu Çiller'i başkan yaptınız gibi."
"Babamı alnından vurmuşlar. Sakallıları öne dizmişler, ellerini topuklarından tutturmuşlar, ağızlarına da sigara vermişler. Benim babam 72 yaşındaydı. Bir kere bile sigara kullanmamıştı. Babamlar tekbir getiriyorlar. Teröristler de 'Bu Sivas'ın intikamı. Sivas'ın öcünü alıyoruz' diyorlar. Ve sonra oradakileri kurşuna diziyorlar."
"Kadınları köyün yakınında dere kenarında toplamışlardı. Yanımıza bir çukur kazarak bomba koydular. Korkudan hiçbirimiz kıpırdayamıyorduk. Kadın teröristlerden biri geri döndü ve bombanın ayarlarıyla oynadı. Kadına 'neden böyle yapıyorsunuz' dedik. Bize 'Bir emirle köye geldik. Bize böyle olacağı söylenmedi. Sadece toplantı yapılacağı söylendi' diye cevap verdi. Yanımızdaki teröristler uzaklaşınca sabaha doğru yardım istemek için aşağı köye gittik. Biz oradan uzaklaşınca bomba da patladı."
"Köyümüze geldiğimizde ortalık aydınlanmıştı. Bütün evlerden dumanlar yükseliyordu. Hatta hâlâ yananlar bile vardı. Vahşetin büyüklüğünü o zaman fark ettik. İnsanlar kurşuna dizilmişlerdi. Ayağımda ayakkabılarım yoktu. O alevlerin içinde koşturuyorum. Ayaklarımın altı yanmış, hiç haberim yok. Bir anneme koşuyorum, bir ölülerin üzerine koşuyorum. Hiçbir yardım yok. Abim kan kaybından öldü. Güvenlik güçleri olaylardan 12 saat sonra geldi. Cenazeleri kamyonlara attılar. Üst üste yığdılar. O sahneyi asla unutamam. Yaşadıklarım bir an bile gözümün önünden gitmiyor. Olaylardan sonra 3 sene tedavi gördüm. Evlendim, çocuklarım oldu. Unuturum dedim ama asla unutamıyorum. O yakılan insanların çığlıkları, silahların sesleri hâlâ kulaklarımda."