OMÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Aydın'ın "Abdullah Gül ile 12 Yıl" kitabını değerlendirdiği Star-Açık Görüş'teki yazısındaki önemli tespitler ...
Abdullah Gül'ün Basın ve İletişim Danışmanı Ahmet Sever, geçtiğimiz günlerde Abdullah Gül ile 12 Yıl adlı bir kitap çıkardı. Sever, kitapta, tanık olduğunu iddia ettiği bazı olayları ve anıları seçmeci bir tarzda derleyerek okuyucunun dikkatine sundu. Ülke sorunlarıyla yakında ilgilenmeye çalışan bir okur-yazar olarak bu eserle ilgili düşüncelerimi belirtmek istiyorum.
Sever'in böyle bir kitap kaleme alması elbette yadırganacak bir durum değil. Ancak söz konusu 12 yılda yaşananları bağlamlarından soyutlayarak seçmeci ve tek taraflı bir şekilde vermesi Sever'in temel amacının yaşanan tecrübeyi okuyucuya aktarmak olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Kanaatimizce Sever, sadece kendi zihninde kurguladığı bir amaç doğrultusunda değil, son yıllarda ülkemizde yaşanan olaylara paralel olarak kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan sözde "söz dinlemeyen, başına buyruk, despot hatta diktatör Recep Tayyip Erdoğan" portresine hizmet edecek tarzda bir seçki yaparak bu eseri kaleme almıştır. Sever'in bu çalışmayla şu temel mesajları okuyucuya vermeye çalıştığını düşünüyoruz:
Gizli kahraman oyunu
Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesi ve süreç içinde AB ile tam üyelik müzakerelerine başlanması kararının alınmasındaki en büyük pay Abdullah Gül'e veya Recep Tayyip Erdoğan'a değil, satır aralarında kendini sürecin gizli kahramanı olarak lanse etmeye çalışan sayın Sever'e aittir. Örneğin kitabın giriş bölümünde (ss. 16-17) Sever, 12-13 Aralık Kopenhag zirvesinin -ki bu zirve esnasında henüz resmi olarak Gül tarafından basın ve iletişim danışmanlığına getirilmemişti- "Türkiye siyasi kriterleri karşıladığında müzakereler başlayacaktır" şeklindeki karar metnine "gecikmeksizin" başlayacaktır ifadesinin eklenmesini kendisinin sağladığını ifade etmektedir. Yine ss. 63-67'de Sever, 2004 yılındaki Kopenhag zirvesinde sırf başbakan Erdoğan'ın inadı ve diretmesi yüzünden AB ile Türkiye arasında baş gösteren zina krizinin de kendisinin çabaları sonucunda giderildiğini ifade etmektedir. AB ile baş gösteren ve Sever tarafından "zina krizi" olarak adlandırılan olayın anlatıldığı sayfalarda dikkat çeken bir diğer önemli ayrıntı da Sayın Gül'ün son derece yumuşak ve olumlu bir kişilik tablosu sergilerken Erdoğan'ın başına buyruk davranma eğilimi içinde olmasıdır. Abdullah Gül'ün başarılarının arkasında daima onu gölge gibi takıp eden ve yönlendiren başdanışmanı sayın Sever vardır. Örneğin Sever'in yukarıda değindiğimiz üzere 2002 ve 2004 Kopenhag zirvelerinde ve Ahmet Kaya'ya (s. 105) müzik dalında Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat Ödülünün verilmesinde ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra istikrar adına Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmaması için gayret sarf eden çevrelere hatta ima yoluyla da olsa Erdoğan'a karşı devreye girip "Efendim görüyorsunuz sizi adaylıktan vazgeçirmek için her yöntem deneniyor. Her gün daha çok mesafe alıyorlar. Bu oyunu bozmanın tek yolu var. Bir basın toplantısı düzenleyin ve adaylığınızı açıklayın" (s. 32) diyerek Gül'ün cumhurbaşkanı olmasında oynadığı kilit roller...
Sever'e gore Gül
Sever'e gore Abdullah Gül Recep Tayyip Erdoğan'dan daha demokrat daha yapıcı ve daha ileri görüşlü bir liderdir. Hatta dahası AK Parti'nin başarısı hep bir denge unsuru olarak hükümette Erdoğan'ı dizginleyen ve kontrol altında tutan Abdullah Gül'e aittir. Nitekim Gül'ün 2007'de Cumhurbaşkanı olmasından sonra partide ve hükümette Tayyip Erdoğan'ı dizginleyip hizaya getirecek bir güç kalmadığından, başına buyruk söylem ve eylemleri AK Partinin ayarlarını bozmuş ve onu bugünlerde yüksek sesle dillendirilen "fabrika ayarlarına" dönmeyle baş başa bırakmıştır. Kitapta yer alan ve bizi bu çıkarıma sevk eden örnekleri de şu şekilde sıralayabiliriz. Sayın Gül, başbakanlığı döneminden itibaren yaptığı görevlendirmelerde Sayın Erdoğan gibi ideolojik ve partizanca değil, liyakat ve beceriye önem vermiştir. Örneğin s. 54'de Sever, 2002'den itibaren 13 yıl boyunca AK Parti hükümetlerinin ekonomi yönetiminin başında olan ve ekonomiyi son derece iyi idare ettiği tüm çevrelerce kabul edilen Ali Babacan'ı ikna ederek siyasete kazandıranın Erdoğan değil Gül olduğunun altını çizmektedir. Keza yine aynı sayfada Sever, AK Parti hükümete geldiğinde mevcut Hazine Müsteşarı Faik Öztırak'ın yerine Sayın Erdoğan İstanbul Belediyesindeki ekibinden birini getirmek isterken Sayın Gül'üm buna karşı çıkarak 11 yıllık Hazine Müsteşarlığından sonra IMF İcra Direktörlüğüne getirilen İbrahim Çanakcı'nın getirilmesini sağladığını ve yine Durmuş Yılmaz'ın Merkez Bankası Başkanlığına ve Ahmet Ertürk'ün de TMSF'nin başına Gül'ün ağırlığını koymasıyla getirildiğinin altını çizmektedir. Söz konusu bürokratların görevlendirilmesinde elbette Gül'ün etkisi olabilir ancak unutulmamalıdır ki eğer Erdoğan uygun görmemiş olsaydı bu görevlendirme ve atamaların olması mümkün değildi. Dahası Gül ve Erdoğan AK Partiyi birlikte kurmuştu ve bu hareket bir koalisyon değil kardeşlik hukuku üzerine dayanan bir oluşumdu. Dolayısıyla bu hareketin öncülerinin bazı isimleri siyasete ve bürokrasiye kazandırmış olması oldukça normaldir. Bu noktada unutulmaması gereken söz konusu isimlerin siyasete ve bürokrasiye kazandırıldıktan sonra onları öneren kişilerin değil hükümetin ve devletin elemanları olarak görülmeleri gerektiği gerçeğidir.
Erdoğan'a haksızlık
Sever'in kitabında Gül ile ilgili dikkat çekici bir diğer önemli nokta da Türkiye'nin önündeki üç büyük engel olarak görülen Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunlarının çözümünde can alıcı adımları atanın Erdoğan değil, Gül olduğunun ifade edilmesidir. Nitekim s. 107'de Sever, Cengiz Çandar'dan bir nakilde bulunarak Gül ile Erdoğan arasındaki farkı soran bir Amerikalı gazeteciye Çandar'ın "...bir sokakta iki kişi kavga ediyorsa Erdoğan gider o kavgaya karışır; Gül ise kavgayı görünce o sokağa girmez ve yolunu değiştirir" dediğini ve bu yanıtı Sever'in Gül'e aktardığında onun "Hayır ben kavgayı görünce sokak değiştirmem. O sokağa girerim ve kavgayı ayırmaya çalışırım" dediğini nakletmektedir. Bu anektodla da kanaatimizce Erdoğan'ın yaşanan kavgaları körükleyen Gül'ün ise çözmeye çalışan bir kişilik olduğu ima edilmeye çalışılmaktadır. Sever'in bu ifadeleri aslında başbakan Erdoğan'a açıkça haksızlık yapıldığının açık bir göstergesidir. Çünkü söz konusu dönemde çözülmeye çalışılan sorunlarla ilgili verilen kavgada en büyük pay Sever'in ima etmeye çalıştığı gibi Gül'e değil güçlü liderliğiyle Erdoğan ve Gül'e ve ekiplerine aittir. Yani başarı bireysel değil kolektiftir ama eğer verilen kavgalarda iki liderden biri öne çıkarılacaksa o da Gül değil Erdoğan'dır. Çünkü Davos'da Filistin konusunda insanların gözüne baka baka yalan konuşan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez'e "One Minute" ve Birleşmiş Milletlerin Genel Kurulunda "dünya beşten büyüktür" diyerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin veto yetkisine sahip beş daimi üyesine karşı çıkması ve her fırsatta mazlum ve ezilenlerin yanında yer alması gibi örnekler bu durumu açıkça teyit etmektedir.Kitaba gore Abdullah Gül Erdoğan'ın aksine başta basın ve ifade özgürlüğü olmak üzere özgürlükleri sonuna kadar savunan bir liderdir. Bu sonucu doğrudan veya dolaylı olarak ima eden pek çok anlatıyı kitapta bulmak mümkündür. Örneğin s. 115'de Sever, Abdullah Öcalan ile bazı BDP Milletvekilleri arasında İmralı'da yapılan görüşmeleri 2013 Şubat'ında Milliyet Gazetesi'nin "İmralı Zabıtları" başlığıyla yayımlamasından sonra hükümetin gösterdiği tepkiler üzerine Hasan Cemal'in Milliyetteki köşesinde "Gazete yapmak ayrıdır, devleti yönetmek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmasın. Kimse de kimsenin işine karışmasın" diye yazdığını ve Başbakan Erdoğan'ın da buna "batsın sizin gazeteciliğiniz" diyerek karşılık verdiğini ve neticede de Hasan Cemal ile Milliyet'in yollarının ayrıldığını, Gül'ün ise bu duruma çok üzüldüğünü hatta Sever'e kendi adına Hasan Cemal'i arayıp üzüntülerini iletmesini kendisinden talep ettiğini nakletmektedir. Bu nakille de Sever, Milliyet'in yaptığının devlet açısından sorgulamasını yapmadan Erdoğan'ın tepkisinden yola çıkarak onu basın ve fikir özgürlüğü karşıtı bir lider olarak okuyucuya takdim etmesi oldukça düşündürücüdür. Yine Sever, Gezi Olayları olarak bilinen ve açıkça hükümeti hedef alan olaylarda Erdoğan'ın aksine Gül'ün oldukça hoşgörülü ve müsamahakar bir tutum takındığı hatta zaman zaman örneğin 1 Haziran'da Gezi eylemcilerinin Taksim'de büyük bir gösteri yapma kararı almaları karşısında Erdoğan'ın Vali Hüseyin Avni Mutlu'ya "ne pahasına olursa olsun Taksim'e girişi engelleyin" diye talimat verdiğini ancak Cumhurbaşkanı Gül'ün devreye girerek Taksim'e girişi engelleyen bariyerleri kaldırttığını ifade ederek Gezi olaylarının büyümesinden ve bu süreçte yaşanan can kayıplarından sayın söz dinlemeyen Erdoğan'ın sorumlu olduğunu ima etmektedir. Hatta ilginçtir s.135'de Sever, Gezi olaylarını CNN ve BBC'den izleyen Gül'ün "Ne tuhaf bir durum. Kendi ülkemizde, hatta şehrimizde olup bitenlerle ilgili görüntüleri yabancı televizyonlardan takip ediyoruz" diyerek Türk basınının Erdoğan korkusundan dolayı olayları yayımlayamadığını ima etmektedir. Yine Sever ss. 149-154'de Gülen Cemaatinin emrindeki emniyet ve yargı mensuplarıyla hükümeti yıkma girişimi olan 17-25 Aralık sürecinde gayri meşru dinlemelerle elde edilen bilgilerin sosyal medyaya servis edilmeye başlanması üzerine hükümetin çıkardığı İnternet yasası ve bunun sonucunda da Twitter, Facebook ve Youtube'un gerekli görüldüğünde TİB tarafından engellenmesi üzerine bizzat Gül'ün Twitter hesabından mesajlar yayımlayarak söz konusu engellemeleri doğru bulmadığını açıkça kamuoyuna gösterdiğini ifade ederek Gül'ün özgürlükçü Erdoğan'ın ise yasakçı ve despot olduğunu okuyucuya ima etmeye çalışmaktadır.
Sever'in niyeti şüpheli
Sever'in kitabıyla ilgili yukarıda ana hatlarıyla ifade ettiğimiz dört hususu çoğaltmak ve bu çoğaltılan hususlarla ilgili kitaptan deliller bulmak mümkündür. Ancak yukarıda ifade ettiğimiz dört temel noktanın ve onları teyit eden örneklerin kitabın okuyucuya vermek istediği mesajı yeterince ortaya koyduğunu düşündüğümüzden kitaptan elde ettiğimiz sonuçları kamuoyunun dikkatine sunarak değerlendirmemize son vermek istiyoruz. Girişte de ifade ettiğimiz gibi yaşanan tecrübelerin ve görgü tanığı olunan olayların okuyucu ile buluşturulmasına itiraz edilmesi şöyle dursun bunun teşvik dahi edilmesi gerekmektedir. Ancak yapılan görevlerde tanık olunan olayların bağlamlarından kopartılarak birilerini öne çıkarıp diğerlerini gözden düşürmek için kullanılması kabul edilecek bir durum değildir. Ahmet Sever liyakatli ve becerikli bir şahsiyet olabilir ancak kitapta anlatılanlardan onun tüm stratejisini Gül ve Erdoğan karşıtlığı üzerinde konumlandırdığını ve birbirlerine "kardeşim" diye hitap eden bu ikilinin arasını bozmak için çaba sarf eden bir danışman görüntüsü vermektedir. Sözlerimi üstad Necip Fazıl'ın lider ve yöneticilerimizin kulaklarına küpe olması gereken şu tespitiyle bitirmek istiyorum. "Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin, hem dostunu".
m.aydin68@hotmail.com
28.06.2015 12:19:40