Yazar Emine Şenlikoğlu yazdığı kitaplarla 'genç nesillerin imanını kurtarmaya çalışan' öncülerden biri. Geriye baktığında kendini eleştirmekten çekinmeyen Şenlikoğlu, "Ekranda üslup hataları yaptım. Keşke Türkçe'yi öğrenip sonra kitap yazsaydım" diyebiliyor. Yakındığı nokta ise "Bazı Müslümanların onu yanlış anlaması". Şenlikoğlu'yla Mektup Dergisi'nde görüştük.
Genç bir kadın olarak hapse girdiniz. Nasıl muamele gördünüz?
Bir subay vardı, şimdi o hapishanede. Beni gördüğü her yerde "Seni bu cezaevinden delirtmeden çıkartmayacağız" diyordu. O subay sayımlarda yanıma bir asker göndertir, "Komutanım dedi ki, onu delirtmeden buradan çıkartmayacağız. Bu gece seni falakaya yatıracak" dedirtirdi. Bu bekleyişin nasıl bir şey olduğunu tahmin edebiliyor musunuz? Çanakkale Cezaevi'ne gönderdiler. Orada Allah'a ve İslam'a tam inanan bir mahkum yoktu. Oradaki insanları tanıyıncaya kadar, gelip beni öldürürler diye geceleri hiç uyumadım. Ayağıma pranga vuruyorlardı, ellerime kelepçe takıyorlardı ve iki erkeğin arasında götürüyorlardı götürecekleri yere.
TEHLİKELİ TERÖRİST
Sadece kitap yazmıştınız. Neden böyle davranıyorlardı?
Kin ve nefretleri İslam'a, kitap bahane oldu. Bir gün dosyamı gördüm. "Çok tehlikeli, terörist" yazıyor. Nasıl terörist olabilirim. Yazdıklarımda terörizmi destekleyen bir cümle yok. O zaman gencim. "Bir terörist olayım da, terörist görsün gözleri" dedim ama sonra İslami bilimler benim o deli dolu halimi benden aldı. Cezaevinde delirmemek için yöntemler aradım. Farsça, İngilizce çalıştım. Öğrendiğimi hızla unuttum. Yedi kitap yazdım. 300 kitap okudum. Yazılarıma el koyuyorlardı. Bu da yakalanırsa diye sonra tamamlamak üzere yarım yamalak yazardım. Kelepçeli Kalemim'i merdiven altlarında yazdım cezaevinde.
Çok sayıda hayranınız vardı değil mi?
O dönemde sanki başka bir gönül, başka bir ruh vardı. Yargılandığımda o kadar çok mektup aldım ki. "Ablacım sen yargılanma, o suçu ben alayım üzerime" diyenlerin haddi hesabı yoktu. Sonraları çok davalar oldu, mahkemelerimi bile sormadı kimse. Çok tuhaf gelmişti bana. Tayyip Bey geldikten sonra mahkeme görmedim zaten.
Neden böyle bir kopma yaşandı?
Grup taassuplarının artışından oldu. İkincisi İslami kesim beni yanlış anladı. Birilerini tanımamı bile sanki karanlık çevrenin insanı olduğum gibi yorumlayabildi bir gazete. Feraset gözünüz yoksa ben sizi babanızın casus olduğuna, kafir olduğuna ancak rol icabı Müslüman göründüğüne inandırabilirim. Bu Müslümanların zayıf yönünü Ergenekon müthiş şekilde yakalayıp kullandı. Herkes herkesten şüphe etmeye başladı. Bana çok ünlü ve sevdiğimiz yazarlar için öyle şeyler söylendi ki. "O Amerika'ya satılık. Müslümanların içine giren bir casus" gibi.
BAZI MÜSLÜMANLAR DÖKÜLDÜLER
Kimler hakkında?
İsim vermeyeyim. İnsanın bir aklı vardır, bir de kalbinin onayı vardır. Bazı Müslümanlar 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de gerçekten çuvalladılar, döküldüler. Bazıları kale gibi ayakta kaldı. Ergenekoncular o kadar enteresan işler yaptılar ki! Aman Yarabbi. Yüz yazar, bin yıl yazsa ancak dile getirebilir. Bazı yazarları ele geçirdiler. Beyinlerine girdiler. Benim için biri öyle bir kitap yazmış ki iktidarı ele geçirdiklerinde hepimizi nasıl asacaklarının planını yapmışlar zaten. Ahtapot gibi her yeri sarmışlar. Erdoğan ve ekibi çok büyük cesaretle üzerlerine gitti de, halk biraz görmeye başladı. Daha halkın bilmediği çok şey var. Öyle şeyler var ki, halk duyduğu zaman kendini korku filminde sanır. Allah'tan başbakanımız çok usta halkın psikolojisi bozulmayacak şekilde bazı konuları yavaş yavaş ortaya çıkarıyor. Birden ortaya çıkarsa "Aman Ya Rabbim biz nasıl bu kadar uyuduk" diyecekler.
Siz nasıl biliyorsunuz bunları?
Bunları yaşadım ben. Öyle şeyden hapis cezası aldım ki, aklınız hayaliniz durur. Televizyona çıkma işini ben kendim planladım ama beni sanki karanlık işlerin oyununa gelmişim gibi lanse ettiler. Halbuki ben televizyona Müslüman kadının çıkması gerektiğini düşünüyordum. Bir televizyon muhabirine "Neden hiç İslami kesimden kapalı kadın çıkarmıyorsunuz" dedim. "Çıkaralım, var mı?" dedi. Hemen arkadaşları aradım. "Televizyona çıkmamız lazım" diye. Kimse çıkmayınca ben çıktım. Benim stratejimdi o. Üslup hatası yaptım ama kimsenin oyununu oynamadım ben.
BAZI ŞEYLERİ KOLAY ZANNETMİŞİM
Keşke TV'lere çıkmasaydım diyor musunuz?
Keşke daha dikkatli bir üslupla konuşsaydım diyorum. Keşke çıkmasaydım dediğim var ama 15 programa çıktıysam böylesi ancak 2 tanedir. Üslup bakımından ise keşkelerim çok. Benim televizyon kurdu olmamam, psikolojik savaş kurallarını yeterince bilmemem, televizyonda müthiş bir görüntü yanlışı yapmama sebep oldu. O dönem rahatsızlıklarım da vardı. Çok büyük sancılar içindeyken ben televizyonda konuşma yapıyordum.
Provoke edildiğinizi mi düşünüyorsunuz?
Hayır ben istediğimi konuştum ama kestiler. Kadir Çelik'e hakkımı asla helal etmezdim ama canlı yayında benden özür diledi. Kadir Çelik de farkına varamadı. Çünkü orada da vardı karanlık kimseler. Bant çektik. Ben konferans için Fransa'ya gittim. Bir baktım televizyonda program canlı diye veriliyor. Kesmişler, kesmişler. Toktamış Ateş'in karşısına yüz bir delille gittiğim halde sanki hiç delil sunamamışım, hiçbir şey götürememişim. O kadar kurnaz konuşuyordu ki Toktamış Ateş de. "Emine Hanım hiç delil getiremediniz" diye. Tamamen makaslanmış. Ben ondan sonra emin olmadığım kişilerle bant yayına katılmıyorum.
Hayatınızda görememişim dediğiniz ne var?
Çocuklarımdan çok sık uzak kaldım. Bazı şeyleri çok kolay zannettim. Ben devrim yapacağıma inanıyordum. Bu inanılacak bir şey mi? Ben kim oluyordum da devrim yapacaktım. Ama ben çok güçlü iman ettiğimi ve bu imanın sayesinde devrim yapacağımı düşünüyordum. Şimdi geriye baktığımda görüyorum ki böyle bir imkanım yokmuş. Yüzbinlerin gönlünde devrim yaptım çok şükür ama hayalim çok daha büyüktü. Büyük hayalle koşarken bir saat dinlenmezdim. Ailemle 3 gece üst üste iftar yapmadım. Hatamı enteresan bir şekilde anladım.
Nasıl anladınız?
Deprem gecesi ev sallanıyor çatırdıyor. Allah indinde makbul ne yaptığımı düşündüm. Keşke Kılavuz kitabını bitirebilseydim dedim. Sonra "Oh be dünya nihayet senden kurtuluyorum" dedim. Aradan 15 gün geçti. Farkına vardım ki deprem gecesi bilinçaltım sergilenmiş. Kendime nasıl zulmettim ki ölüyorum diye sevindim. Dernek başkanlığı vardı üzerimde, çok Kur'an kurslarım vardı. Alim kişilere sordum; "Ya yazarlığı bırakacağım ya kursları, ya derneği ya dergiyi. Hangisini bırakayım?" Yazarlıkta binlerce kişiye ulaşırsın, kursu ve derneği kapat dediler. Derhal kapattım. Konferanslarımı haftada 2'ye indirdim. Yangını tek başıma söndüremeyeceğimi anladım. Allah'ın bana vermediğini ben kendime vermişim görev olarak.
Tuncay Güney'in MİT'çi olduğuna yeni yeni inanıyorum
Fadime Şahin'le tanışıklığınız bazı insanların kafasını karıştırdı?
Fadime Şahin hiçbir zaman bu medyanın tanıttığı gibi bir insan değil. Ben Fadime Şahin'i ilk kez televizyonda gördüm. Mısır'daydım. Bu kız masuma benziyor, birileri kullanmış olabilir diye atladım geldim. Kızı Ergenekoncular kullandı tamam ama kızın haberi yok.
Tuncay Güney'i için söyledikleriniz de soru işaretleri oluşturdu.
Araba çalmış dediler, çalmaz. Çünkü insanın bir feraset gözü var. Anlıyor insan. Tuncay Güney Ergenekoncu değil ki. Ama son zamanlarda sinirlenmeye de başladım iç dünyamda. Neden MİT'te çalışıyorsa, ki sanıyorum çalışıyor, söylemedi bana. Son zamanlarda aklım başıma gelmeye başladı. Çok kırıldım. Madem ki göründüğü kadar dosttu, neden söylemedi MİT'te çalıştığını. Söyleyebilirdi. Bir takım konular söylüyordu ama daha çok yardımcı olabilirdi. Maktüle katil olmama şerefi yeter. O kötü bir görevdeyse bana o görevde olmamak yeter. Aldanmış olabilirim.
Hapse girince asılan masumları anlatamadım
Bize Nasıl Kıydınız kitabınız film yapıldı. Film kitabı yansıtıyor muydu?
Aslına sadık kalınmak üzere müsaade ettim fakat başka öykülerimden parçalar alıp karıştırarak yaptılar filmi. Romanın orijinal hali değiştirilmiş oldu. Tam iki ay hasta yattım üzüntümden. Çünkü bir insanın hayalleri vardır, sadık kalınmadı. Güvenmiştim, anlaşma falan yapmadık. O günden sonra babamın oğluyla anlaşma yapmadan iş yapmam. Çok sarsıldım ama dostlarımdı. "Dosttan gelen hoştur" deyip mahkemeye vermedim.
Bize Nasıl Kıydınız aslında sizin hikayenizmiş?
Benim hikayemden kesitler var içinde ama başlı başına benim hikayem değil. Yaşayan bir kardeşimizin hikayesi. Bize Nasıl Kıydınız'ı bitirmeden hapse atıldım. Öyle olmasaydı ya 2. cildi çıkacaktı ya da 500- 600 sayfa kadar olacaktı. O masumane, tertemiz insanların İstiklal Mahkemeleri'nde asılma hikayeleri olacaktı. O yüzden adı Bize Nasıl Kıydınız'dı. Ben hapse girince çok kısa kesmek zorunda kaldım. 2. cildini yazmam için çok ısrar var. Belki yazarım.
Nasıl yazmaya karar verdiniz bu insanların hikayesini?
1979'da Rize'de Ortacami'de vaazım vardı. Kalabalık bir grup olarak yürüyerek gidiyoruz. Bir yere gelince hanımlardan biri durdu yanda bir ağaca bakarak ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Sonra hikayesini anlattı. Babası imammış. O çocukken jandarmalar gelip almışlar babasını. İkindiden sonra gelmeyince annesi "Git bir bak babana" diye onu göndermiş. Buraya gelince gözü ağaca takılmış. Bir de bakmış babası ağaçta asılı. Orada ben o kadar kötü oldum ki, kendi babam gibi düşündüm. Bir evladın acısı, bu acı nasıl tarif edilebilir. Fakat cezaevine girdiğim için Bize Nasıl Kıydınız böyle bitti.
Hapse girmeniz daha ilk kitabınız nedeniyle oldu değil mi?
İlk kitabım "Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar" birden bire çok tutulunca biri beni ihbar etmiş. Bu ihbarı değerlendiren Ergenekon zihniyetli kişiler hiç boş durmadılar. 15 yıldan dava açtırdılar. Ne varsa o kitapta? Sonra mahkemede iyi halden düştüler, sekiz buçuk yıl hapis cezası verdiler.
Devam eden davalarınız var mı?
Şu an yok. Faşizmin koyduğu bazı maddeler kaldırıldı. Darısı diğer faşist maddelerin üzerine olsun. 30 - 40 yıl ceza alacaktım. Abdurrahman Dilipak 300 yıl ceza aldı. Yaşar Kaplan gibi Selahattin Eş gibi yurt dışına hicret eden yazarlarımız oldu. Cezaevlerinde hala ceza alan insanlar var. Mesela Salih Mirzabeyoğlu'nun cezası nasıl verildi. Kamuoyu bu konuda hiç bilgilendirildi mi? AİHM nedense Mirzabeyoğlu'nu görmedi. Şu anda cezaevinde haksız yere, faşizmin diktatörlük etkisiyle yatan birçok masum insan var.
Orta ve liseyi dışarıdan bitirdiniz. Neden?
Araştırmalarım var, bazı şeyler buldum. Fakat dünyaya kabul ettirmem çok zor. Ben profesör olursam bunları kabul ettirebilirim dedim. Fakat profesörlüğün farklı bir prosedürü varmış. Benim için hayat sadece cihattı. O kadar ileri gitmişim ki görmem gereken pek çok konuyu görmeden koşmuşum.
Saldıran taksiciyi karate ile arabasına yapıştırdım
Çevrenizde nasıl tanınıyorsunuz?
Kendime yalnız yazar diye isim koydum. O kadar sene yurt dışındaydım, bir kişi arayıp sormadı "neden gittin, bir sorunun mu var" diye. Nasıl görüyorlarsa beni, karşılaştığımızda ilk tepki "Aa sen ne kadar mütevaziymişsin. Seni biz böyle bilmiyorduk" oluyor. Sen niye beni televizyondan ölçüyorsun. Beyime de "Şenlikoğlu seni hiç dinlemiyordur değil mi? Kim bilir ne çekiyorsun sen ondan" diyorlarmış. Beyim de "Yo o benden izinsiz bir şey yapmaz" deyince "Olur mu? İnsan dinler mi o hiç" diyorlarmış. Bizim bazı kriterlerimiz var. Üstelik Allah'tan gelen kriterler bunlar.
Sinan Çetin'den yönetmenlik dersleri alıyordunuz. Onunla ilgili bir şey yaptınız mı?
Yapmadım ama yapabilirsem bir sit- com, bir dizi film, bir de film düşünüyorum. Ben romanlarımı gerçek hayattan alıp yazıyordum. Birileri "Demek ki edebiyattan anlamıyor hep yaşanmış hayattan yazıyor" diye. Onlara kapak olsun diye hayali bir roman yazdım. O da çok güzel oldu. Onu film yapmayı düşünüyorum. Çünkü hep 3 boyutlu film yapacağım diye yazdım, sahnelerini bile ona göre ayarladım. Görüntü yönetmeni olmak istiyorum. Tabii ders almakla olacak bir şey değil. Bir yönetmenin yanında bir müddet çıraklık yapmak istiyorum.
Avcılığa da merakınız varmış. Fırsat bulabiliyor musunuz?
Evet. Avcılığa merakım vardı ama artık ava gitmiyorum, aç kalırsam giderim. Onun dışında pek gitmem. Avcılık caiz ancak zevk için öldürürseniz haram. Etini yiyorsanız avcılık yapılır. Ben şunu düşünerek vazgeçtim. Attığım kuşun, tavşanın çoğunu vuruyorum ama her attığımı vuruyorum diyemem. Belki yaralı kaçan oluyorsa acı çekiyordur diye vazgeçtim.
Silah merakınız nereden geliyor?
Ben sekiz yaşındayken babam bana silah kullanmayı öğretti. Babam çok usta silah kullanan biriydi. Örf anane dininden, vahiy dinine geçtikten üç sene sonra bırakmıştım silahı. Fakat bir gün bir taksi şoförü benim Şenlikoğlu olduğumu anlayınca dövmeye kalktı. Gençliğimde biraz karate dersi almıştım. Benzettim, yapıştırdım arabasına. Yoksa adam beni feci dövecekti. O zaman karar verdim silahsız gezmemeye. Şimdi de kullanmak zorundayım. Ne olur ne olmaz, yanımızda dursun.
Hikaye ile romanın farkını 20 kitap yazdıktan sonra öğrendim
Nasıl bir ailede büyüdünüz.
Kesinlikle hak ve batılı yaşantı olarak seçemeyen bir annenin kızıyım. Babam kim İslam'a karşıdır çok iyi bilirdi ama yaşamazdı.
Kafanızda ilk sorular nasıl oluştu?
Örf anane dininden vahiy dinine geçişim İslami ilimlerden sonra oldu. 18 yaşlarındaydım. Yehova Şahitleri bana kitap getirip, sorular sordular. Cevap veremedim. Beynimde sorular dans etmeye başladı. Örf anane olan İslam'ı sevemedim, ısınamadım ben. Müslümandık, bazı konularda hassasiyetimiz vardı, bazı konularda yoktu. Karmaşa içinde büyüdüm.
Neler yaptınız İslam'ı öğrenmek için?
Patronum İsmail Kale ve kardeşleri hep dinden bahsetti bana. Son damla olarak iş yerinde ilahiyat mezunu biri çalışmaya başlamıştı. O kişiye sorular sormaya başladım. Bir taraftan da tefsir ile Sebil, Şura gibi dergiler okuyordum. Necip Fazıl'ın hayranı oldum. İşten ayrılıp Kur'an Kursu'na gittim. Fatiha'yı bile tam bilmiyordum. Sonra hatibe oldum, konferanslar verdim.
Yazmaya başlamanız nasıl oldu?
Baktım ki her tarafta aynı sorular soruluyor. Bu soruları topladım. Yazdıracaktım, kimseyi bulamayınca kendim yazdım. Küçüklüğümden beri şiir yazardım ama Türkçem güzel değildi yine de "Sorulara cevap vereyim de varsın Türkçe'si eksik olsun" demiştim. Yangın var diye yangına koşmaktan detayları göremedim. Şimdi de çok ahım şahım değil ama 20 kitaptan sonra Türkçe dersi aldım. Biraz komik bir şey. Hikayeyle roman arasındaki farkı bile bilmiyordum. Şimdi bütün kitaplarımı gözden geçirip düzelttim.
Tepki aldınız mı bu konuda?
Almadım. Ben kitaplarımı önce çok güvendiğim bir yazara okutuyordum. Yanlışlarımı fark edince "Ben sana okutmuştum bu kitapları, niçin hatalarımı söylemedin" diye sordum. "Ben senin bu kadar eleştiriye açık bir insan olduğunu bilmiyordum. Böyle mütevazi olduğunu bilseydim söylerdim" dedi. Kırgınlık yaşadım. Sana okutuyorsam bana hatalarımı söyle diye okutuyorum. Hataların söylenmesi bir nimettir. Şimdi daha fazla kişiye okutuyorum.
02.04.2012 00:18:06