CAHİT ZARİFOĞLU YEDİ GÜZEL ADAMDAN BİRİSİYDİ

Edebiyatımızın zarif şairi, yedi güzel adamdan birisi Cahit Zarifoğlunu rahmetle anıyoruz.

Yedi güzel adamdan biriydi zarifoğlu.


Edebiyatımızın zarif şairi, yedi güzel adamdan birisi Cahit Zarifoğlunu rahmetle anıyoruz.


Bugün Türk edebiyatının zarif adamı Cahit Zarifoğlu’nun ölüm yıl dönümü! Edebiyata, insanlığa ve Yaradan’a sevdasıyla gönüllerimizde taht kurmaya devam eden Cahit Zarifoğlu, ölümünün 31. yılında eserleri ve sözleriyle anılıyor. Zamana kafa tutan ve kendi yolunu çizen insanlar arasında, zarifçe çizdiği çizgileri bugüne taşıyan Cahit Zarifoğlu’nun hayatını ve sözlerini derledik!

 

Aslen Kahramanmaraşlı olan Cahit Zarifoğlu, 1940 yılında Ankara´da dünyaya geldi. Babasının memuriyeti (hakim) dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini Siverek, Ankara, Kızılcahamam ve Kahramanmaraş´ta tamamladı.  Babasının annesinin üzerine bir başka kadınla evlenmesini bir türlü kabullenemeyen şair sadece 1,5 yaş büyük olan abisi Sait'i baba olarak bildi. O kadar ki Sait artık evde "Baba Sait" olarak anılmaya başlamıştı. Cahit Zarifoğlu, hayatının büyük çoğunluğunu yalnız ve insanlardan kaçarak geçirdi Bir bilge gibi sürekli sakin ve suskun olması bir süre sonra dostlarının onu “Aristo” olarak çağırmaya başlamasına neden olacaktır. Cahit artık “Aristo Cahit” olarak anılmaya başlamıştır. Lise yıllarında güreş sporuna da ilgi duyan Cahit Zarifoğlu, pilotluğa merak saldı hatta 3 ay kurs kurdu. Eğitim alıp uçak kullanabilir düzeye gelen Cahit Zarifoğlu, son bir sağlık kontrolüne girdi ve bu kontrol uçuş kariyerinin sonu oldu. Kontrolde gözünde ve kulağında rahatsızlık olduğu bu yüzden de uçak kullanma ehliyeti alamayacağı anlaşıldı. Lisenin bitimiyle birlikte de İstanbul’a gelerek, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yazıldı. Öyle ki üniversiteyi tam on yılda bitirebildi ve on yıl sonra diplomasına kavuştu.

 

Edebiyata lise yıllarında şiir ve kompozisyonlar yazarak başlayan şair, Usta hikayeci Rasim Özdenören, Şair Erdem Bayazıt, Sair Alaaddin Özdenören ile aynı sıralarda okudular. Lise yıllarında okul dergisi olan “Hamle”de şiirlerini yayınladı. Maraş’ta öğretmenlik yapan Zarifoğlu, 1961 yılında İstanbul’a geldi. İstanbul’daki edebiyat dergilerinde şiirlerini yayınlamaya devam etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyat’ı bölümünde öğrenim görürken maddi imkansızlıktan dolayı muhtelif gazetelerde sayfa sekreterliği yaptı. Bu yüzden öğrenim hayatı aksaklılarla geçti.

 

Şiirlerini Papirüs, Yeni Dergi, Türk Dili ve Soyut gibi edebiyat dergilerinde yayımladı. Nihayet söz konusu edebiyat dergilerinde yayınlanmış olan şiirlerini kitaplaştırmak isted,. Borç dert, aç kalma pahasına şiirlerini “İşaret çocukları” adlı eserde kitaplaştırdı. İçinde sürekli yalnızlığı ve kimsesizliği taşıyan şair Necip Fazıl’ın müdahalesi ile bu yalnızlıktan koptu. Üstat ona münasip bir eş buldu. Bu eş üstadın hocası Abdülhakim Arvasi’nin soyundan Berat Hanım’dır. Necip Fazıl’la birlikte Van’a giden Cahit Zarifoğlu, Berat Hanım’la geri döndü.

 

Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç’un kurduğu Diriliş Dergisi’nde şiirlerini yayınladı. Zarifoğlu, Sezai Karakoç için “Ağabeyin sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şeyler öğrendik. Her anlamda bizim hocamızdı. Yetişmemizde çok büyük faydası oldu” dedi. Nuri Pakdil ve arkadaşlarının yayın yaptığı edebiyat dergisinde yazmaya başladı. 1976’dan itibaren, Mavera dergisinde şiirleri, hikayeleri, senaryoları ve günlükleri yayınlandı. Zarifoğlu daha sonra Savaş Ritimleri ve çocuk edebiyatı dalında da kitaplar yazdı. Şair, pankreas kanseri nedeniyle, 7 Haziran 1987'de 47 yaşında İstanbul'da vefat etti.


SÖZLERİNDEN SEÇTİKLERİMİZ


Kuşlara takılıp gidiyor aklım.

 

Şu küçücük kalpte nice hakkın yüklü.

 

Bir ölüm vefalı bir de sonbahar.

 

Bir tabut düşün, içinde ben, içimde sen.

 

Düştümse sana bakarken düştüm.

 

Az ağlıyoruz, dünya bu yüzden çok kirli.

 

Bitti o şiir, başka mısra gerekmez.

 

Filistin bir sınav kâğıdı her müminin önünde.

 

Ben onunla içimden konuşuyordum.

 

Hayır kalbim yorulmadım hayır hayır yıkıl daha.

 

Şöyle olmuş: Ben sen demişim sense sen.

 

Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çok kirlenir.

 

Şöyle irice bir kelime bul ok atsın yüreğime.

 

Bize sözlerimizden çok yüreğimizden anlayan gerek.

 

Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.

 

Farz et körsün olabilir. El ele tut. Taş al ve at. Kâfiri bulur.

 

Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.

 

Gelecektim ama daha kötü bir hatıram olsun istemedim.

 

Ah şu yalnızlık kemik gibi ne yana dönsem batar.

 

Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak arayacağımız yer bellidir.

 

Ateşe hakiki bir çay koyalım. Şehri unutanlardan olalım.

 

Bazen yağmur olmak ister insan. Yağmak ister sevdiğinin yüreğine.

 

Zira, gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.

 

Kapı aralığından baktığımda görebildiğim en güzel şeydir yaşamak.

 

Az az ölüyoruz her gün yağmurdan havadan bahseder gibi.

 

Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.

 

Değil mi ki kavuşmalarımız topal. Ayrılıklarımız koşar adım.

 

Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.

 

Başıma düşmüş sevda ağı. Bir başıma tenhalarda kahroldum.

 

Adam acı mümkün olduğu kadar kendi içine aksın diye yüzünü öne eğmişti.

 

Ve insan en çok göğe vurgun. Sonra zifiriliğe, şiire ve hep Allah’a.

 

Bir duruşu olmalı insanın. Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı.

 

Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz.

 

Oturup konuşsak geçerdi belki her şey, başını alıp gitmek sevdaya dahil değil.

 

Dedim ya işte bocalıyorum. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?

 

Bilmediğim ve ne yapacağı belli olmayan bir duyguyla hırpalanıyorum boyuna.

 

Nereye kadar kendinden kaçabilirsin? Ya bir daha geri dönemezsen…

 

Dedi ki sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki şair aşka boyun eğer zulme değil!

 

Seni sevmek merhamettir Kudüs. Seni sevmek Peygamber duası gibi.

 

Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz. Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.

 

Evet hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa?

 

Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.

 

İçim, ey içim. Bu yolculuk nereye? Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin.

 

Sevgisizliğinin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır.

 

İnsan sevmeli; bazen bir insanı yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu.

 

Yaşamak bir perde gibi kalkıyor aramızdan. Zamansız mekânsız bir tünel başındayız şimdi.

 

Çok geçmeyecek aradan şöyle diyeceğim: Bulutlar açmadı, mavi gök orda mı?

 

Bana hissettirdiklerini seviyorum, sanki her şey mümkünmüş gibi, sanki yaşamaya değermiş gibi.

 

O sabah ezan sesi gelmedi camimizden. Korktum bütün insanlar için bütün insanlık adına.

 

Şimdi yoksun üstelik uzaktasın ellerin yapayalnız biliyorum gözlerin dalıyor yine hep benim için olmalı.

 

Merhamet capcanlı bir kuştu insan kalplerinde. Bir ölçü bir adaletli ki eşi emsali bulunmaz.

 

Vicdanen rahat olmamız yetmiyor. Başkalarının hakkımızda yanlış kanaatler edindiğini görmek üzüyor bizi.

 

Bir gün ister istemez karşısında olacaksın kaçtıklarının. Dua et o gün henüz mahşer olmasın.

 

Çıktığım her yerin kapısını sert kapatmamla tanınırken,senin kapın çarpmasın diye arasına elimi koydum.

 

Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir. Alevler bir ayrı âlemdir. Dirlik sevinçtir göç içimizedir.

 

Kalbinizi yumuşatın ama iradeniz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuvvetli ve derin olsun.

 

Yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki, Züleyha. Bir insanın, bir cümle ile yıkıldığını gördüm ben.

 

Hayalimin ayağı yere değmiyor henüz. Onun gerçekleşmesine dayanacak onun yükünü kaldıracak topraklarım yok.

 

Ehli takva olun ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin.

 

Bu dünya soğuk… Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer.

 

Alnı secdeye inen insanların sesleri birbirine bağlanabilirse ancak o zaman sokaklar meydanlar ardına kadar açılır.

 

Biz kendimizi hep doğru yoldan ayrılmamış kabul eder ve dünyanın bir imtihanhane olduğunu hep başkaları için düşünürüz.

 

Ayrılıkla başım belada gözlerini çevir gözlerime yoksa ben sensiz bu sessizlikle. Deli gibiyim sensiz bu sensizlikle.

 

Ve önemli olan ‘an’dır. Onu ibadet sabır anlayış tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.

 

Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden Suriye’nin toprağından Bosna’nın bayrağından Gazze’nin gözyaşından öpüyoruz.

 

Haydi bir şeyler daha yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca acıkınca nasıl anlıyorsak yazmak anını da anlarız.

 

Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu münakaşa ve cedel su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl ya da engelle.

 

Buruşturularak atılmış bir kâğıt parçası gibiyim. İçimde kalkıp gidenlerden doğan boşlukların ağırlığı… Ve sevmek. Ve korkmak ve nasıl uzaydaymışım gibi yalnızım.

 

Bu dünya soğuk. Rüzgâr genelde ters yöne eser. Limon ağaçları kurur. Bahaneler hep hazır. Güzel günler çabuk geçer. İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi.

 

İnsan pekguzelsozler.com kendi mutlu olma imkânını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin romanların içinde değil kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan andır.

 

Bakıyorsunuz zulmedilenlerin tek ortak özelliği var Müslüman oluşları ve zulmedenlere bakıyorsunuz onların da bir tek özelliği var Kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri.


07.06.2020 08:33:00