BİZ BUYUZ İŞTE

Sultan Alpaslanın ellibeşbin kişilik ordusuyla ikiyüz bin kişilik Bizans ordusunu Malazgirt ovasında yenmesi elbette gururumuzu okşar.

 BİZ BUYUZ  İŞTE  

                                       

AHMET SEVEN


  Sultan Alpaslanın ellibeşbin kişilik ordusuyla ikiyüz bin kişilik Bizans ordusunu Malazgirt ovasında yenmesi elbette gururumuzu okşar. 


Fakat benim daha çok gurur duyduğum savaşın sonunda esir düşen Bizans İmparatoru Diyojenle Alpaslan arasında geçen konuşmadır. Alpaslan diyor ki sen beni esir almış olsaydın ne yapardın? Diyojen: seni Bizans sokaklarında tasma takıp dolaştırırdım. Peki diyor Alpaslan benim sana ne yapmamı bekliyorsun. Diyor ki Diyojen, ya zindana atarsın, yada öldürürsün. Bir üçüncüsü de var ki hiç  ihtimal vermiyorum; Serbest bırakırsın. Alpaslan işte o noktada mensubu olduğu asil millete yaraşır bir tavırla tarihi kararını veriyor; Serbestsin.


   Bence o anda Alpaslan ikinci zaferini kazanıyor. Bu karar büyüğe ve büyüklüğe ne kadar da yakışıyor. O gün orada ikinci bir zafer bu asil davranıştır. 


Meydanlarda verilen dersten daha anlamlıdır bu ikincisi. Sonrası malüm.  Diyojen memleketine gidiyor. Savaş kaybetmiş bu imparator kendi adamları  tarafından gözlerine mil çekilerek milletinin gözü önünde  cezalandırılıyor. Ey Dünya kulak ver dinle. Şimdiye dek böyle bir hadiseye kaç kez şahit oldun? Varsa bile yine bizim şanlı tarihimizin şeref dolu sayfaları arasında bulabiliriz. 


   Savaşmayı beşikten itibaren öğrenen bu millet, barışı da mezara kadar şanına yakışır biçimde yaşamayı ve yaşatmayı bilmiştir. Onun nesilleri yüzlerce yıl bu düstur ile destanlar yaşamış ve yazdırmışlardır. Savaşta-barışta  ancak büyük milletler elinde asilleşebilirler. Bu ikisi bir zamanlar bizim elimizde asilleşmişlerdi. Zafer sadece ordular karşısında galibiyet elde etmekle gerçekleşmez. Korku ve baskı ile devam eden barışa gerçek anlamda barış denilemez. Her ikisinin de içerisinde asil unsurlar olmalı. Savaş ve barış, her ikisi de  varlıkları koruma adına olmalı.  Bir karıncanın dahi haksız yere  ezilip öldürüldüğü dünyada barıştan nasıl söz edilebilir.


    Alpaslan’ın rakibini affetmesi, kıyamete kadar dünyayı paylaşacak insanlığa verilmek istenen anlamlı bir ders değil midir? İşte biz böyle bir anlayışla yoğurulan milletin çocuklarıyız. Anlaşılıyor mu şimdi Şeyh Edebalı’ının “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”  ölçü ve düsturu? Alpaslan’ın bu asil davranışı olmasaydı, bu savaş yalnızca Türklere Anadolu kapılarını açacaktı. Bu büyük davranışla birlikte o tarihten itibaren hem Anadolu’ya hem de Dünyaya kapılar açılmıştır. Gerçek fetih ülkelerin alındığı yerde değil, gönüllerin kazanıldığı yerde gerçekleşir. Bütün bunları birde günümüzle kıyaslamak ve üzerimize düşen dersi almak gerekmez mi?


    Dünyanın bugün eksikliğini çektiği insanlar Diyojenler değil, Alpaslanlardır. Onlar hem arayan hem de aranan insanlardı. Şimdi bir Alpaslan tavrı ve davranışına ne kadar da muhtacız. Bu ihtiyacımızı sadece kitap sayfalarının arasında kalmış tablolardan değil, birde yaşayanlardan görüp giderebilseydik. Böyle bir milletin çocukları olduğumuz unutulmamalı.   Küçükler ne kadar mahvetmeyi istiyorlarsa büyüklerde o kadar affetmeyi seviyorlar. Büyüklüğün bedeli bu.


    Anlattıklarımızla övünmeye hatta ders alıp ders vermeye hakkımız yok mu?  


21.04.2019 18:42:00