Sonraki yıllarda mücadelemize devam ettik. Çok zaman Devlet gazetesi'nde yazdım, haftada bir çıkardı. Başka gazetelerde de yazıyordum, Yeni İstanbul'da, Hergün'de.
-Bu arada memuriyet devam ediyor?
- Memuriyet devam etti. Ben memuriyette yazdım bütün şiirlerimi zaten. Şimdi bana soruyorlar, bunlar başından geçti mi diye? Yok ya neden geçsin başımdan diyorum. Doktor da hakim de benden çekinirdi o zaman, kalemimden korkardı. Bir de ismimiz vardı, severlerdi, iltifat ederlerdi. Ama vatandaşlar öyleydi, görüyordum. Mahkemeye gideni de görüyordum, doktora gideni de. Onlara yapılan bana da yapılmış oluyordu ben onları yazıyordum.
-Serdengeçti'nin o ilk gördüğündeki Kara yağız delikanlı aynı zamanda bütün toplumun vicdanı?
-Evet. Mesela "İsyanlı Sükut" hakikaten romana sığmaz. Romanda anlatırsan, şiir bozulur? Yani 6-7 kişilik bir şiirde romanını yazdım ben Türkiye'nin. Vatandaşla devlet dairesinin romanıydı bu.
-Zaten roman, Cemil Meriç'in dediği gibi yatak odalarının perdesini aralamaya çalışan bir yazı türü ve bizde roman yok derdi o. Yani biz yaşadıklarımızı, sevdamızı, çilemizi şiirle anlatıyoruz?
- Onu sordular bana. Sen romana, hikâyeye filan geçmeyecek misin? diye. Yok dedim, Niye, çok arkadaş geçti dediler. Onlar şiirle meramını ifade etmekte zorluk çektiler de ondan dedim. Ben çekmiyorum o zorluğu. Ben bir dörtlükle bir roman yazarım dedim. Afalladılar, gerçekten de bu böyledir. Şevket Bulut'u bilirsin?
-Allah rahmet eylesin; hikâyecimiz?
-Başta şairdi, iyi bir dostumdur, yani haftada bir görüşürdük onunla. Bazen toplanırdık arkadaşlarla. Sonra hikâyeye yöneldi. Neden dedim? Abi valla senin kadar güçlü olamıyoruz hiç birimiz dedi. Belki hikâyede güçlü olurum ve meramımı senin kadar anlatamıyorum şiirde ben dedi. Hakikaten hikâyede ünlendi, bir çok hikayesi film oldu.
-Abdurrahim Karakoç çok güzel şiirler yazdı. Günümüzün bence Karacaoğlan'ı?.
-Yok canım, Karacaoğlan'la benim tarzım çok ayrıdır. Ben ne Yunus'um, ne Karacaoğlan'ım, ne Fuzuli'yim? Ben benim.
-Gelmek istediğim mukayeseden çok Halk şiirimizin bugünkü en büyük şairi olduğunuz halde tanınmanızın daha çok türküleşen Mihriban'la olması? Türkiye sizi biliyor ama daha çok şiirle ilgilenenler biliyor. Mihriban şiiriniz türkü olunca genelde bütün Türkiye tanıdı. Bunu neye yoruyorsunuz? Popüler kültür biraz edebiyattan uzak olduğu için mi?..
-Şimdi bir söz vardır. Türkün aklı sonradan gelir ya da Türkün aklı, gözündedir derler. Buna bir de Türkün aklı kulağındadır demek lazım. Yani okumaya üşeniyorlar. Ben 1960'ta yazmışım Mihriban şiirini, ihtilal olmadan önce. 1 milyonun üzerinde kitabım sattı. Türkiye'de yazılmış bu kitaplar. Hiç kimse çıkıp da ya burada şu yazıyor, bu deniyor diye dikkat etmemiş. Ne eleştirenler, ne okuyanlar hiçbirisi. Ne zamanki 1995'lerde filan kasete okunmuş sazla beraber, fıttırdı millet, böyle şiir mi olur ne güzel diye. Ya o şiir her zaman vardı. Benim daha iyi, vurgulu şiirlerim de var, onu bilmiyorlar. Onlara da bir okuyan oldu mu herhalde farkına varırlar diyorum. Yani kulağımızda aklımız, duydu mu tamam.
-Madem artık Mihriban'a geldik, Mihriban soralım. Mihriban'ı nasıl yazdınız?
- Bir gün içime bir şey düşmüş, yazmak istemişim, yazmışım. Ha kimdir bu Mihriban? Herkes bunu sorar. Mihriban diye bir kimse yoktur. Nasıl ki Hasan diye birisi yoksa muhatabım. Mihriban da öyledir. Sembol bir isimdir. Ha muhatabım mı yoktu? Kesin vardı canım, olmasa bu şiir böyle çıkar mı? Olduğu için de böyle çıktı işte. Ha sana bir de 3. bir Mihriban şiirinden bahsedeyim. Başlangıçta vardı da sonra nasıl olduysa düşmüş bu. Bende de kalmamıştı, bir yerlerden çıkarıp gönderdiler. O biraz halk şiiri tarzında değil. 3. Mihriban.
- Birincisini Zekeriya Bozdağ besteledi, plağa okumuştu. İkincisini Musa Eroğlu besteledi. Ama üçüncü bestelenmedi.
-Mihriban yaşıyor mu şimdi?
-Bilmiyorum.
-Tüm Türkiye Mihriban'ı merak ediyor. Diğer şiirlerinizi muhayyel bir kişilik üstüne yazıyorsunuz ama Mihriban diye biri var değil mi?
-Adı Mihriban değil ama var. Geçenlerde biri diyor ki ya abi geçenlerde biri hikayesini anlatıyordu senin Mihriban'ın diyor. Yok, hepsi yalan söylüyor dedim. Tabii, benden çıkmadığına göre, herkes farklı farklı anlatacaktır. Ben de kimseye anlatmadım, daha da anlatmam. Yaşayıp, yaşamadığını da bilmiyorum. Yani başımızdan geçmiş, bir macera gibi bir şey; fakat vuslat olmamış, o kendi yoluna gitmiş, ben kendi yoluma. Ben onun ismini verirsem, ayıp olmaz mı bu?
-Sezai Karakoç'un Monaroza şiiri vardı, Monaroza'yı buldular. Kendisine şiir yazıldığından bile habersizmiş, Siyasal'da sınıf arkadaşı imişler?
-Ha benimki bilirdi canım.
-Üçünü de mi?
-İkisini bilirdi. Ben dedim artık unutalım bunları filan. Unutmak kolay mı? Diye bir mektup geldi. Ben de "Unutmak kolay mı deme unutursun Mihriban'ım" diye yazdım. O belki de unutmamıştır da, ateş kalmamıştır. Ateşin, harlı zamanı ayrı, korlu zamanı ayrı, küllü zamanı ayrıdır.
-Ama gözleriniz hala parlıyor?
-Yok canım, geç bunları. Öyle anlar, öyle simalar var ki unutmak istesen aklına düşer, uzağa atarsın, yakına düşer diyorum. Bu böyledir, uzağa atarsın yakına düşer, unutmak istersin aklına düşer. Yani bunu da reddedemezsin. Ha niye yazdım bunu? O şeye karşı yazdım fakat tam unutmayı değil de, esas şey kalmasın diye. Bu şiir çıktı, hangi dergide bilmiyorum, bizim Maraşlı gençler İstanbul'da fakültede almışlar Mahir İz Hoca'yı yolda çeviriyorlar. Şiir okuyalım diye etrafını çevirince, mecbur kaldı diyorlar, birisi okumuş baştan sona, son kıtayı okuyunca dur bakalım demiş. Bundan sonrası var mı demiş. Yok deyince Allah'a şükür demiş. Ya benim 500'e yakın Arapça ve Farsça, Fransızca ve İngilizceden unutmak üstüne aklımda şiir var. Hepsi oldu da insana kendi kendini unutturan bundan başka şiir yok dedi. Son kıtada bunu yapmış bu şair demiş. Eğer o kıtadan sonra bir kıta daha yazsaydı, getirir gözünü oyardım onun demiş. Yaşıyor o değil mi demiş, yaşıyor demişler. Tamam demiş, ellerinden şiiri almış, bir hafta bütün sınıflarda okumuş, dersi bu şiir üzerine işlemiş. İşte edebiyat budur.
-Unutmak ve unutulmamak o kadar derin bir ateş ki bu, şaire öyle bir şey yazdırıyor. Günümüzdeki gençlerin aşklarını, aşk için söylemlerini ve şiirden uzaklaşmalarını neye yormak lazım? Gerçekten aşk yok mudur?
-Nadir olarak var da, şu magazinlere televizyonlara bakınca insan aşk mı kaldı diyor. Üniversitelere filan git gör, günde üç tane aşk mı değiştirilir? Namussuzların aşktan anladığı cinsellik. Aşk hafife alınacak bir şey değildir. Unutulacak da bir şey değildir, elinde olmayan, ta ruhuna işleyen, ebediyete kadar. Bir tane olur, iki değil. Bir insana yıldırım bir defa düşer, iki defa düştüğü görülmemiştir. Aşk da budur, bir defa düşen yıldırım; ikincisi yok.
-Mihriban nerede yayımlandı ilk olarak?
-Hatırımda değil, kendi okudu verdim, eline kendi okudu, ilk defa okuyan o oldu. Ben verdim gitti, ondan sonra da tavrı değişti.
-Tavrı değişti?
-İyice yakınlık oldu. Şiir zevkli bir iştir, yazmasını, okumasını bilince. Tabii o zaman daha talebeydi.
-Siz çalışıyor muydunuz?
-Ben memurdum.O başka vilayetteydi.
-Gider miydiniz?
-Gitmem mi hiç?
-Kaç defa gittiniz?
-Bilmiyorum.
?????????..
-Yani gazete baskıda 1, 4 ve 8 basılmış ama orta sayfası boş çıkartıyorsun??Mihriban'a mektuplar?.haftada on beş günde bir tanesini gönderirdim giderdi kendisine.
-Yani Mihriban'ın esas baskısı illegal olarak bu.
-Evet.
-O düşüncelerini yansıtır mıydı?
-O yazardı bana gönderirdi ama ben ona gönderince zor olurdu. Ben ona gazete gönderirdim o bana mektup.
-Duruyor mu mektuplar?
-Yok.
-Neler yazardı?
-Aklımda yok ki.
-Gazetenin ortasında senin özel baskın var. Gazete çalışanları, birkaç gazeteyi özel basıyorlar; orta sayfada Mihriban şiiri?
-Çocukların yorulmasına üzülürdüm ama üç tane gazetenin orta sayfasını ayrıca dizerler; o zaman hurufat elle diziliyordu mahalli gazetelerde. Mihriban'dan birkaç kıta dizilir, üç dört adet basılırdı. Gazeteyi bana verirler? ben de adrese gönderirim.
-Annesinin, babasının haberi oldu mu ne demişler?
-Ne diyecekler, öyle haberleri olmadı da başka yerden oldu. Hatta konuştuk, sohbet de ettik. Annesi ağır konuştu kızına, böyle bir şey vardı da neden söylemedin, isteyenlerin hepsine yok dedin diye. Bana bir şey demedi.
-Gelin isteyin demediler mi?
-Ben bozdum işi.
-Niye?
-İşte, kafam öyle tuttu, bozdum.
-Sizin Mihriban'ın dışında da çok şiirleriniz bestelendi. Kimileri mahkemelik oldu. Bugün artık bu telif yasalarıyla işler düzeldi zannediyorum. Öyle eskisi gibi hırsızlayan yok herhalde?
-Ya gene var ya.
-Sizin hiciv şiirleriniz, aşk şiirleriniz ve dava şiirleriniz var. Artık köşe yazarlığı da yapıyorsunuz. Yazılarınızda hiciv ustalığınızı konuşturuyorsunuz. Birde yazılarınızda dörtlükler vardı. Daha sonra yayımlandı bunlar?
-3 kitap oldu.
-O dörtlükleri yazarken, birdenbire mi geliyor, yoksa konuya göre mi yazıyorsunuz?
-Politiktir genellikle, ya da günün aktüel olaylarını oraya resmetmektir. Ben iki sayfa yazarım köşe yazısını daktilo sayfasıyla, bir de dörtlük koyuyorum başa. O dörtlüğü yazmak, düzyazıdan kat kat zor,zaman alıyor. Bir dörtlüğü yazmak, dört sayfa yazı yazmaktan zor.
-Dörtlüğün dışında son zamanlarda şiir yazıyor musunuz?
-Bazen oluyor, çok az.
-En son şiiriniz nedir?
-Hatırlamıyorum, unuturum. Bazen yazıyorum ama unutuyorum. "Tut ellerimden" diye bir şiirim var mesela. Bu şiirimi çok severim. Bir kıza verdim, o okuyacak.
Tut ellerimden
Sırattan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim, tut ellerimden
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım, tut ellerimden
Gönüldeki bir his, kalkandır kışa
Aldırma ayaza, yele, yağışa
Giden ilkbahara, gelecek kışa
Beraber göçelim, tut ellerimden
Birleşmek üzeredir, şafak ve bulut
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun, isterse şurup
Beraber içelim, tut ellerimden
Çağır hayallerin en ötesini
Yakından duyarsın, aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım, tut ellerimden
Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı, altından sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim, tut ellerimden
Şüphe başlangıçtır, karar nihayet,
Zamanı zamana etme şikâyet,
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet,
Beraber kaçalım, tut ellerimden
Elinde bir başka kağıdı görüyorum. Bu Üçüncü Mihriban. Bir diğer ismi de Beklemek. Unutursun ve Beklemek? Birinci Mihriban, muhatabına takdim edilmişti. Özel gazete baskısı olarak. Unutursun ise unutmayan sevgiliye haşin bir cevap. Beklemek ikisi arasında. İkisinin hem öncesinde hem sonrasında? bunu daha önceki sohbetlerimizden bile bilmiyorum. Benim için yeni bir şiir. Serbest şiirin serazat rüzgarları da var, hecenin geleneksel iç disiplini de? Beklemek, iki Mihriban'ın zamanından münezzeh? ilk aşkın, daha doğrusu aşkın ilk demlerinde Sarıca düzünde döktüğü gözyaşları kadar eski, âdeta sineye yaslanmış bütün yollar ve yıllar kadar yakından bilinen derin bir ıstırabın sarsması kadar taze?
Söyleşi: Lütfü ŞEHSUVAROĞLU