İmtihanla karşılaşıncaya kadar hepimiz birer dava adamıyız. Yani doğruyuz dürüstüz. Mert'iz. Liyakatten söz ederiz.
İmtihanla karşılaşıncaya kadar hepimiz birer dava adamıyız.
Yani doğruyuz dürüstüz. Mert'iz.
Liyakatten söz ederiz.
Adaletten hak hukuktan filan.
Elimizden gelse bir çırpıda dünyanın kahpeliklerini çözeriz.
Dışarıya karşı çılgınca kahramanız.
Peki ya kendi içimizde?
İmtihandan geçmek önemli dostlar.
Başkalarını tenkit etmek eleştirmek yerden yere vurmak kendi adına mangalda kül bırakmamak kolay.
Zira hikâyenin kahramanı-cümlenin öznesi başkaları olunca hep böyle oluyor.
Daha önceleri liyakatten söz edenler kendileri kıyıda kalınca öyle söylemiyorlar.
Hak yenildiğinden söz ederek çalmadık kapı bırakmıyorlar.
Yani başkaları kuyruğa girince sorumluluktan söz edenler,kendileri kuyruğa girince sıradakileri aşıp öne çıkmak istiyorlar.
Anlayacağınız başkasının çocuğu hapşırsa nezaketten dem vuranlar, kendi çocukları için boşaltsa olur böyle şeyler diyebiliyorlar.
Adama müdürlük ver dostun olsun, müdürlüğünü elinden al düşmana rahmet okutsun.
Bu mu dava adamlığı?
Parası olmayanlardan dürüst ve cömert insan görmedim. Zira ikisini de anlamak için ellerinde materyal yoktu.
İnsan bazen masa başında bazen de kasa başında anlaşılır.
Ellerinde imkânı olmayanların atışı bol olur.
Hani kelpler birbirleriyle kardeş kardeş oynarken o esnada oradan geçenler Mevlana'ya bakın ne güzel anlaşıyor bunlar deyince cevabı yapıştırmış: Aralarına bir kemik atın da öyle görün.
Ah o kemik?
Kimlikleri nasıl da ortaya çıkartıyor bilseniz.
Bilmem anlatabildim mi?
Kişinin imtihandan geçmeden yaptığı atıp tutmaya itibar edilmez.
Para ile imtihan olmadan zenginlere laf atmak kolay.
Kendi çocuklarınızla imtihan olmadan başkalarının çocukları hakkında konuşmak kolay.
Parayı bulunca nefsi bozanlara, bağırıp çağırmak kolay.
Evi ocağı değiştirenlere?
Anladınızsa daha fazla yormayın beni.
Yani;
Her şey gelse önümüze ah o adamlık kalsa...
Her şey çekilse önümüzden ah o adamlık kalsa.