• İHSANBAŞKAN

İLKİ SONU BİR HİÇ: NEYZEN TEVFİK

SAMSUNUN ÜNLÜLERİ Haber Girişi : 16 Ekim 2019 22:47
İLKİ SONU BİR HİÇ: NEYZEN TEVFİK
Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879 (Hicrî 1296 1880?); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), yaygın adıyla Neyzen Tevfik. En önemli hiciv şairlerimizden birisi, ney sanatçısı, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisidir.

İLKİ SONU BİR HİÇ: NEYZEN TEVFİK

 

Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879 (Hicrî 1296 1880?); Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), yaygın adıyla Neyzen Tevfik.  En önemli hiciv şairlerimizden birisi, ney sanatçısı, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisidir. Neyzen Tevfik, hiciv, taşlama ve kara mizah türünde Nef'î ve Eşref'ten sonra edebiyatımızın en önemli üçüncü temsilcisidir.  

 

HAYATI AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU


Şairin babası Hasan Fehmi Bey aslen Samsun'un Bafra ilçesine bağlı Kolay beldesinden gelme bir öğretmendir. Soyadı Kanunu çıkınca doğum yeri olan Kolay beldesini soyadı olarak seçerek  "Kolaylı" soyadını almıştır.  Babası Hasan Fehmi Bey 1876 yılında Bodrum’da Rüştiye Mektebini kuran kişidir.

 

Neyzen Tevfik’in ifadesine göre babası da Neyzen gibi güldürmeyi ve nükteyi çok seven birisidir. Şairin annesi Emine Hanım hakkında ise kaynaklarda pek bir bilgi bulunmamaktadır. Neyzen Tevfik hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayan kişi olan kardeşi Şefik Bey pek çok hastalık ve mikrop türü üzerinde çalışmalar yapmış olan  önemli bir bakteriyologdu. Şefik Bey İstiklal savaşının yokluk yıllarında savaşan askerlerin sığır vebasına yakalanmış hayvanların etlerinin yedirilebileceğini söyleyerek, bu hastalığın hayvandan insana geçmeyeceği konusunda tüm sorumluluğu üzerine almış bir veteriner olarak Türk tarihine geçmiştir. 

Neyzen Tevfik’in babası Hasan Fehmi Bey 1876 yılında Bodrum’da Rüştiye Mektebini kurmuş ve bu okulda görevli iken 1879 yılında Bodrum da dünyaya gelmiştir.Şair Muğla'nın Bodrum ilçesinde, Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey'in ilk oğlu olarak dünyaya gelir.  Küçük kardeşi Ahmet Şefik Bey de 1886 yılında Bodrum da doğacaktır. Uzun bir müddet Bodrum da kaldıkları için şairin çocukluk yılarlı Bodrum’da geçer.


Bodrum'daki çocukluk yılları babası ile birlikte genellikle, Tepecik Camii'nin yakınındaki bir kahvede geçmiştir. Bu kahveye gelen dervişlerin üflediği ney dikkatini çekmiş bu ney sesine daha çocukken aşina ve mest olmuştur. Dervişlerden dinlediği ney çalgısını açabilmek düşüncesine o günlerde kapılmıştır. Daha küçük bir çocukken ney çalmak ister ama Babası eğitim hayatını olumsuz etkileyeceğini düşünerek erken yaşlarda buna izin vermemiştir.  “Çocukluk arkadaşlarından Avram Galanti, Tevfik'in düdükler yapıp çalarak civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu anlatır”.Dervişlerden dinlediği nefesler ve menakıpnameler de onda şiir ve edebiyat zevki bırakır. Bu kahveye halk ozanları ile halk hikâyecileri de gelmektedir. Neyzen Tevfik bu hikâyecilerden  "Leylâ İle Mecnun", "Tahir İle Zühre", "Arzu İle Kamber", "Ferhat İle Şirin" gibi halk hikâyeleri ni dinlemiş ve etkilenmiştir.Bektaşi dervişleri ile vakit geçirmeyi seven ve nüktedan bir öğretmen olan babasından da etkilenerek yetişir. 

 

Fakat daha yedi yaşında iken çok feci bir olaya şahit olur. Muğlalı Kel Mülâzım Ağa müfrezesi Bodrum civarında yakaladıkları eşkıyaların kellerini kesmiş sırıkların ucuna takarak halka teşhir etmişlerdir. Eşkıyaların sırıkların ucundaki kesik başlarını gören Tevfik bu olaydan çok etkilenmiş uzun bir müddet olağandışı bir durgunluk yaşamıştır. Bu hadise ilki 1893'te olmak üzere bambaşka bir rahatsızlığa dönüşecektir. Bu durgunluk onun okulu bile bırakmasına sebep olacaktır. Ailesi onun bu durgunluğunu sebebini ney sesinden etkilenmek olarak yorumlar.  Fakat bir müddet sonra tahsiline yeniden başlar.

 

 

URLA GÜNLERİ VE SARA HASTALIĞI 

1892'de, on üç yaşındayken babasının tayini Urla'ya çıkar. Rüştiye Mektebine burada devam etmeye başlamıştır. Urla’daki günlerinde yaşayacağı iki önemli olay onun hayatı üzerinde derin çizgiler oluşturmuştur. Birincisi Ney Ustası olacak olan Berber Kâzım ile tanışması ikincisi ise üzücü bir olay sonrası sara hastalığına yakalanmasıdır.  Urla’ya taşındıktan yaklaşık bir yıl sonra, neyzen berber Kâzım'dan ney dersleri almaya başlar. Ve aynı yıl ilk sara nöbetini de geçirir. Yedi yaşındayken sırıkların ucunda gördüğü kesik başların dehşeti sara nöbetleri halinde etkisini göstermeye başlamıştır. Hastalığın tedavisi birçok doktora ve hocaya gidilmiş en sonunda İstanbul'da Pepo adlı bir doktor onun hastalığını kontrol altına almayı başarmıştır.Doktor, "en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesini önerince ona 'Neyzen' lakabını kazandıracak olan neye devam etmesine izin verilmiş olur.

Fakat okulu yeniden bırakmak zorunda kalmıştır. Hastalığının kontrol altına alınmasının ardından en azından eğitimini bitirmesi için babası tarafından yatılı olarak İzmir İdadisi'ne gönderilir İzmir idadisinde geçen yatılı günlerinde sara nöbetleri tekrar başlamıştır. Bu yüzden tekrar okulu bırakmak zorunda kalacaktır. Bu olay sonrasında ney tutkusu yüzünden kendini İzmir Mevlevihanesi’ne teslim edecek burada ney dersleri alırken Farsçayı da öğrenecektir. İzmir, bu yıllarda istibdat yönetiminin kovduğu aydınlarının uğrak ve sürgün yeridir. İzmir Mevlevihanesi’nde Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimler ile tanışır. Eşref ile tanışması onun hayatında başka bir kapı açmıştır. Bu kapı hiciv kapısıdır. Şair Eşref ona hicvi öğretir. Bu sayede 13 Mart 1898'teilk şiiri Muktebes dergisinde yayımlanır.


Bu arada artık on dokuz yaşına basmış bir delikanlı olmuştur. Eğitimci bir insan olan babası ondaki tarikat eğilimin görünce onu İstanbul’daki Fethiye Medresesi'ne gönderir. 1898. İstanbul’daki vaktinin çoğunu Galata, Yenikapı Kasımpaşa Mevlevihanelerinde geçirmektedir. İşte tam bu yıllarda hayatına yön verecek olan bir başka kişiyle daha tanışır. Bu kişi Mehmet Akif Ersoy’dur. Mehmet Akif Ersoy'dan Arapça, Farça ve Fransızca dersleri almaya başlar.Mehmet Akif Ersoy'un yardımıyla dönemin seçkin sanatçılarıyla da tanışır. İbnülemin Mahmut Kemal, Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Tanburi Cemil, Yunus Nadi, Udi Nevres ve Hacı Arif Bey gibi isimlerin arasında kendini geliştirme fırsatı bulur. 1900 yılında Ülkeye gramafonu ilk kez getiren " Hâfız Âşir Bey'le bir plâk kaydederek  “Gülistan Plak Mağazası" na satar.Azâb-ı Mukaddes (1949) kitabının önsözünde belirttiğine göre yüze yakın plak çıkarmış ve pazarlamıştır. Artık saray, köşk, yalı ve konaklara çağırılan meşhur bir neyzendir.  

Cüppe ve şalvar giyilen medresede Akif'in verdiği setre pantolonunu giyince medreseden dışlanmıştır.  Mehmet Akif’in çevresindeki aydınlardan Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri alırken ney çalma konusunda da epeyce mesafe kaydedecektir.  1901 yılında medreseden ayrılmak zorunda kalan Neyzen Tevfik’i baba dostu olan Müderris Musa Kazım Efendi ( Daha sonra Osmanlının son Şeyhülislamlarından biri olacaktır) bir müddet derslerine alsa da bu uzun sürmeyecektir. Fakat Müderris Musa Kazım Efendi sayesinde devrin diğer ileri gelen Şair Şeyh Vasfi, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci gibi edipleri ile de tanışma fırsatı bulur. Medreseden koptuktan sonra Fatih'teki Şekerci Hanı ile Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'nda kalmak zorunda kalır. 


Mevlevilikten de koparak mizacına daha uygun bir başka tarikata girer. 1902 yılında Bektaşi dergâhlarına devam ederek Bektaşi dervişi olur. Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Paşa’dan nasip almıştır. Sirkeci'deki, İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde istibdat’a karşı nutuklar çekmeye ileri geri konuşmaya başlar. İhbar edilip gözaltına alınır. Bektaşi olduktan sonra içkiyi çok arttırmıştır. Zamanının büyük bölümünü Beyoğlu meyhanelerinde geçirmeye başlamıştır.


Bektaşilik ve Mısır yılları 

İstibdat idaresinin baskıları artınca Şair Eşref ile beraber 13 Ocak 1902 Perşembe günü "Mesajeri" vapuru ile Mısır'a giderler.İki kafadar heccava Mısır yolları gözükür. Mısır’da Neyzenler Kahvehanesi adlı bir kahvehane açarak işletmeye başlar. Bir olay sonucunda silah atmaktan dolayı Mısır ‘da altı aya mahkûm olur. İtirazları sonucu bir buçuk ay yatıp çıkar.  Bu arada Feride adında Lübnanlı bir kadınla iki ay beraber olur. Eşref'ın çıkardığı Deccal dergisindeki II. Abdülhamit’i yeren bir şiiri nedeniyle gıyabında idama mahkûm edilir.Bir Nutk-ı Hümâyun hicvi yüzünden tutuklanmak istense de çevresi sayesinde kurtulmayı başarmıştır. Fakat “ Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir” başlıklı yazısı yayımlanınca kesinlikle tutuklanması hakkında bir karar verilmiştir. Bunun üzerine "Kaygusuz Sultan Bektaş tekkesinde bir süre kaldıktan sonra meşrutiyetin ilanıyla beraber İzmir'e, daha sonra da İstanbul Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşir.


Meşrutiyet yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyetine yaptığı hicivler yüzünden tutuklanıp serbest bırakılır. 1910 yılında babası ve kardeşinin karşı çıkmasına rağmen Cemile Hanım ile evlenir ama bu evlilik uzun sürmeyecek, Kayınbabası eşini ve Leman adını verdiği kızını da alıp gidecektir.Alkol tüketimine son hızla devam etmekte söylentilere göre de zaman zaman Hocapaşa Camii’nin bir tabutluğunda tabutun içinde yatıp kalkmaktadır. 


I.Dünya Savaşı’nda kendine uygun bir iş bulacaktır. Muhtar Paşa'nın emrinde mehterbaşı olarak görev yapmaya başlar. Fakat askeri düzene pek ayak uydurmamış olduğundan Muhtar Paşa ile sık sık tartışıp gitmekte, Albay Cevat Bey sayesinde tekrar tekrar geri dönmektedir.Hatta kaynaklar bir Alman Generalinin davetiyle Romanya’ya bile konser vermeye gittiğini yazmaktadır. Osmanlı hükümetinin yıkılması üzerine mehteran dağılınca yine işsiz kalacaktır. Tüm geliri zaten alkole gitmiştir. 1919 yılında, ilk kitabı “Hiç”i yayınlar.


Cumhuriyet yılları 

Cumhuriyetin ilanı sıralarında birazcık da mecburiyetten dolayı kardeşi Ahmet Şefik Bey’in yanına Ankara'ya gider. Mustafa Kemal'i ve Kurtuluş Savaşı'nı yücelten şiirler yazmaya başlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1924 Hasan Sâit Çelebi’nin yardımıyla Azâb-ı Mukaddes adlı kitabını yayımlama girişiminde bulunur ama nedense bu teşebbüsünde başarılı olamayacaktır.

1926 yılında Atatürk'le tanışır.  1927 yılında sa'ra nöbetleri çoğalmış, alkol tüketimi de bir o kadar artmıştır.  Artık oldukça uygunsuz hallere de girmektedir.  Artık Topbaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başlar. 1928 yılında kafası eserek eski dostu Mehmet Akif Ersoy'u ziyaret için Mısır'a gider. Bir yıla yakın bir süre Mısır’da onun yanında kalır. Ankara’ya geri döndüğünde 1930'larda konservatuarda görevlendirilerek ona bir aylık bağlanır. Neyzen’in doktoru Dr. Rahmi Duman’ın anılarında yer aldığı şekliyle:  ”Neyzen Tevfik,  elinde içkiyi biberon gibi kullanmaktadır. Onun içişini bilimsel olarak açıklamanın imkânı yoktur”  

 

1940'larda Dr. Mazhar Osman ve Dr. Rahmi Duma yardımı ile Bakırköy Akıl Hastanesi'nin 21 no'lu koğuşa tam anlamıyla yerleşir. Otel gibi kullandığı bu koğuşta şiir ve felsefe ile ilgili sunumlar yapar. 1949 yılında,  dostları sayesinde eserlerini Azâb-ı Mukaddes adı altında kitaplaştırmayı başarmıştır.1951'de Onu Affettim ve Ağlayan Şarkı adındaki 2 filmde Suzan Yakar'la birlikte rol almıştır. Arkadaşlarının ısrarı üzerine, 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu’nda ona jübile yapılır.

28 Ocak 1953’te vefat eder. Beşiktaş'taki Sinan Paşa Camii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra profesörler, memurlar ve bazı ileri gelenler, sarhoşlar ve sokak serserilerinden oluşan büyük bir kalabalığın eşliğinde Kartal Merkez Mezarlığı'na defnedilir.
 

Neyzenlikteki ustalığı yanısıra  hiciv sanatı ile de akıllara kazınmıştır. Devrin önemli ayyaşlarından biri olan Neyzen Tevfik her çevreden dost edinmiş önemli bir nüktedan olmuştur. Hicivlerinde  toplumdaki eşitsizliğe, haksızlığa ve zulme, siyaset ve dini baskı ve çıkarcılığa değinmiş cumhuriyet dönemiin en önemli hiciv ve mizah şairi olmuştur. Neyzen  aşırı içki tüketimi ve fıkraları ile cumhuriyet döneminin Tuzsuz Deli Bekir'i, Bekri Mustafa'sıdır

"Baskıyı, yobazlığı, din-mezhep ayrımcılığını, insanlar arasında eşitsizliği, çıkarcı politikacıları, çağdaşlaşma adına girişilen yararsız özentili davranışları kınamış; inanç özgürlüğünü, kadın haklarını savunmuştur. Yaşamın acılarını, toplumdaki bozuklukları, haksızlıkları konu edindiği" hicviyeler ve bohem yaşantısıyla  çok dikkat çekmiş biridir.


Edebi Kişiliği

 

Neyzen’in Hiciv yazmaya başlaması İzmir yıllarında şair Eşrefle tanışmasından sonra başlamıştır. İlk şiirleri de bu tanışmadan sonra gerçekleşmiştir. Bektaşi tarikatına girdikten sonra Alkole de başlamış alkolün ve edindiği geniş çevresinin koruması sayesinde cesaretlenerek önemli bire heccav – hiciv ustası - olmuştur.  Özellikle İstibdat yılarında Sultan Abdülhamit’e İstibdat idaresine karşı çok sayıda hiciv yazmış hatta bu hicivlerinden dolayı gıyabında idam cezasına dahi çaptırılmıştır. Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicivler yazmış, Atatürk öldükten sonra İsmet İnönü ve vekiller hakkında da çok sayıda ağır hicivler oluşturmuştur.

 

Fabrika yaptı Sümerbank bez için,
Çok muazzam bir eser bu, laf değil!
Dil içinde ‘Ehl-i dil’ tezden dedi,
Sıçtı Cafer bez getirsin Başvekil. (1932)

 

Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler; 
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler... 
Künyeni almak için, partiye ettim telefon: 
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!..
  

Haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı yazdığı şiirlerinde eleştirme nedenleri bulunmaz. Sadece öznel bir karşı çıkış bulunmaktadır. Neyi neden beğenmediğini veya eleştirdiğini ifade etmeden ağır ithamlarda bulunmaktan küfür ve hakaretten kaçınmayan sivri bir dili vardır.  

Her.... benzerdi bin bir Apis’li mabede
Heykel-i Fir’avn’e döndü ....ğım ....lar benim

Ezkaza bir lokma et yersem hayalen, vergici
Rüzgâr altından geçerken zartamı koklar benim

….

Beyitlerinde de olduğu gibi kaba bir dil kullanmış olsa bile mizahi açıdan oldukça başarılı buluş mahiyetinde ilginç şiirleri vardır. Her şeye rağmen hayal gücü ve benzetmeleri açısından hayli yetenekli bir şair olduğunu ortaya koymaktadır. Şekil özelliklerine önem veren Neyzen Tevfik, sanıldığından daha fazla şiirin biçimsel niteliklerine özen göstermiştir. Kalifiye, redif ölçü ve duraklarında hassas davranmıştır. Kimi şiirlerinde özentisiz davranmış olsa bile özgün kafiyeler kullandığı pek çok şiir vardır.

 

Sanma ciddiyet ile sarf ederim sanatımı 
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir 
Bezm i meyde sufehanın saza meftun oluşu 
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir
 

Hiciv sanatını kendisi gibi çok önemli bir Hiciv ustası olan Eşref’ten öğrenmiştir.  Buna rağmen Eşref’in sivri dili Neyzen ‘e de uzanmış Neyzen Tevfik’e de çok ağır hicivler yazmıştır. Eşref bir şiirinde Neyzen’i şöyle hicveder. 

Eşref'ten Neyzen'e:

Kimseler Hafız'a (Neyzen) alnı yere gelmiş diyemez, 
Doğduğundan beri kıç dönmedi Şeytan'a bile! 
Çok camide, mescidde dolaştı amma, 
Koymadı alnını hiç secde-î Rahmâna bile!

Hacıyatmaz gibidir sanki köpoğlu köpek 
Ayaküstünde kalır düşse de mîzâna bile!

Beğenmemişse nedensizce beğenmemiş ve hakaret etmiştir.  Küfürlü ve hakaretlerle dolu hicivleri yüzünden birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.

Tevfik'in şiirlerindeki yergi ve taşlamaları onu bu türde Nef'i ve Eşref'ten sonra en önemli üçüncü heccav konumuna getirmiştir.

 


Şiir kitapları 

Hiç, 1919

Azâb-ı Mukaddes, 1949


Besteleri 

Nihavent Saz Semaisi

Şehnazbuselik Saz Semaisi

Taksimler, taş plak

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.